“böcekler gibi başlamalı yeniden”

bir takas şenliği hikayesi…

Yıl 2015. Henüz Bayramiç’te bugüne göre dışarıdan gelen daha az kişi yaşıyor. Az bile olsa, “az” da bir çokluk. Bir ritüele dönüşmüş olan takas şenliklerinin ilk tohumu 2015 Kasım’ında atılıyor. Hava bu sene yaşayacağımız kasım ayına göre daha soğuktur muhtemelen. Yağışlıdır da. Geniş yapraklı ormanları çok seven mantarlar Kazdağı’nda görünmeye hatta toplanmaya başlamış, soğan ve sarımsaklar ekilmiş, narın ateşli sarıları çoktan dökülmüştür. Kestane aşıkları sobanın üzerinde kaçıncı kestanelerini pişiriyordur bilmem.

“Pazartesileri Bayramiç’te buluşuyorduk. Zamanla bahçe işleri artınca birbirimize giderek toplanmaya başladık.”

Buluşmalar aslında 3-4 sene önce başlamış. Toplantılarda notlar tutulup gelemeyenlerle paylaşılırmış. 9 Kasım 2015’te tutulan notlara göre; kullanılmayan eşyaların paylaşılacağı bir bit pazarı ve tohum takas şenliği yapılması düşünülmüş ve yapılmış da. O zaman nasıl bir meyve vereceği bilinmeyen bir tohum atılmış toprağa. Zamanla, gelen sulamış, giden özlemiş. Büyümüş, dallanıp budaklanıp meyve vermeye başlamış ağaç.

“Hepimiz yabancısıydık aslında buranın ve takaslar, eşya takasından çok bir arada olma ihtiyacı, muhabbeti artırmak, aramızdaki ilişkileri kuvvetlendirmek ve yeni bağlar kurmak için sembolik bir eylemdi bence.”

Buluşmalarının amacı herkes için farklı görünse de, örneğin. “Doğaya yakınlaşıp statülerimizi geride bırakmaya başladıkça, şehirli savurganlığımızdan sıyrılıp, sadeleşme ihtiyacımızdan doğdu” veya “hemen hepimizin yeniden dönüştürme, onarma, karbon izi hassasiyeti olduğu için aslında kendiliğinden ortaya çıktı” diyenler de var. Konuştukça/yazıştıkça verilen cevapların -ayrı ayrı almama rağmen- benzer motifleri olduğunu ve birbirini beslediğini, birbirine gönderdiğini görüyorum. Bu ortak bir duyguda/düşüncede buluşulabildiğini gösteriyor.

“En eskilerden biri olarak birçok deneyimin içinden geçtiğimizi söyleyebilirim; düzenli toplantılar, mail grupları, işbölümü, malzeme/bilgi/deneyim paylaşımı gibi. Hatta topluluk olma çabaları bile oldu. Sonra giderek kalabalıklaştık ve bir “komşuluk” oturdu. Sadece bu topluluğun ihtiyaçlarını karşılayan ve topluluğun ruhuna uyan yöntemlerin mayasının tuttuğunu gördük. Takas şenlikleri de bunlardan bir tanesi, potlaç, arifane sofraları dediğimiz sofralar da öyle. Ritim grubu da öyle olacak gibi…”

“Komşuluk” başka türlü ilişkilenme biçimlerinin fişeği olmuş görünüyor. Bayramiç’te yoğunlaşan bu toplaşmaya ne sebep oldu tam olarak bilmiyorum. Mıknatıs etkisi mi? İnsanlar mı birbirini çekti, mekan mı? Tuzlanıp kurutulmuş sebepler de sayabiliriz elbette; örneğin Bayramiç’in büyük kentlere yakınlığı ama bir o kadar da uzaklığı, verimliliği – toprakla uğraşmak isteyenler için büyük bir motivasyon-, daha düne kadar yerleşilecek bir toprak parçasının benzeri lokasyonlara göre ucuzluğu, korona salgının yorduğu, alternatif arayan insanlara cazip gelmesi vb. ama bu toplum bilimcilerin işi. Ben kimi arkadaşların da yardımıyla güzellemeyi tercih edeceğim.

“Tüm bu süreç, karşılıksız vermek-almak, bu buluşmaların düzenli olarak gerçekleşmesi ve bu düzlemi beraber yaratıyor olmak çok güzel. Bir kaç kişi; takas?, hadi mi? deyince oluveriyor. Yemekli, müzikli, danslı, şenlikli buluşuyoruz ve çok değerli geliyor bu hâl. İsim çok önemli değil tabii de, takas deyince bir tür karşılıklılık canlanıyor kafada genelde. “Paylaş şenliği”, benim için daha çok. Burada da karşılıklı olan şeyler var ama değer-güven denklemi biraz farklı gibi alışık olduğumuzdan. Dayanışma var, tanışma var, anlayış var, samimiyet var.”

Çoğunlukla başka şehirlerden gelip buraya yerleşen insanlar 2015’ten beri baharları düzenli olarak toplanıyor. Adı takas şenliği ama aslında “takas” değil. Yeni bir isim aranıyor. Akla gelenler, önerilenler olanı tam olarak karşılayamıyor. Yaşanılanların yanında isimlerin yetersiz kalışında kutlu bir şey var.

“Bir arkadaşımın giysisini giyerken aynı zamanda onun ruhunu da giyiniyorum. Çünkü her kullanımda onu hatırlıyorum. Ticari bir mal ile armağanı birbirinden ayıran en önemli şey armağanı kabul eden kişi, armağanı verenin imgesini de zihnine ve gönlüne nakşeder. Takastan aldığım her bir eşya o buluşmanın neşesiyle birlikte benim ruhumda yer buluyor, büyük bir ihtimalle arkadaşlarımın da öyle…”

Belki de mekân (düzlem?) demeli. Biriktirilenler ve artık gözden çıkarılanlarla, yani hikâyelerle dolu bir mekân. Bir kadın şile bezinden yapılmış batik eteği sırtına geçiriyor. Bir diğeri sesleniyor “bu diktiğim ilk etekti.” Sonra mırıldanıyor; “tam 23 yaşında. Çok yakıştı sana.” Son cümleyi ise içinden geçiriyor. Niye yüksek sesle söylemedi ki?

“Kırsalda yaşarken bir eşyayı almak veya elindeki fazla eşyadan kurtulmak şehirdeki kadar kolay değil. Şehirde bu eşyaya ihtiyaç duyan birilerine ulaşmak daha kolay, geri dönüştürebilecek birilerine ulaşmak da. Burada ölen birinin evinin eşyası veya eşyalarını yenileyen birinin evinden çıkan tüm malzemeler ne yazık ki ormana atılıyor. Ufak tefek giysiler de dahil buna. Tüm bu eşyaların işlevini yitirene kadar çöpe dönüşmeden kullanılması fikri çok içime siniyor.”

Takasa gitmeden önce, hatta gittikten sonra da bu eşyaları ihtiyacı olanların almasının daha iyi olacağını düşünüyordum. Bu yüzden takastan geriye kalan eşyalar paketlenene kadar gidip bana göre bir şey var mı diye bakmadım. Yeni bir şey almak yerine kullanılmış bir eşyayı eve buyur etmenin ihtiyacı olana da değen adaletini es geçmişim.

“Eşyayla ilişkimi yeniden yapılandırıyor, bu takaslar. Her takasta, her baharda kendimde bu değişimleri gözlemleyebiliyorum. İstifçiliğim azaldı, eşyaları elimde tutup oradan oraya taşırken şimdi takasta nasılsa bir şeyler çıkar diye rahatça vazgeçebiliyorum onlardan. Param olmaz da kıyafet alamam kaygısı azaldıkça biriktirmeyi bırakıp paylaşmaya dair bir istek ve güven oluşuyor. Son takasa giymeyi sevdiğim ama belki başkası daha çok sever dediğim şeyleri getirdim ilk defa. Elden çıkarmanın ötesinde içten gelerek paylaşmak ve üretmek yeni bir deneyimdi bu senekinde benim için. Fesleğen ve sukulent çoğaltıp onları paylaştım, satmamaya karar verdiğim resimlerimi paylaştım.”

Böyle bir ritüelin kurumsallaşmaması, başka bir deyişle içi boş bir eyleme dönüşmemesi için oturtulduğu ilk bağlamla ilişkisini yitirmemesini dilerim. Bağlamın sürekli canlı tutulması artık birbirini tanıyanlar için gereksiz bile olsa muhabbetin devamlılığına, tazelenmesine bağlı. Elbette muhabbet etmenin tek yolu konuşmak değil. Mesela yemek yapmak, şarkı söylemek, oynamak, dans etmek muhabbetin diğer fasılları, bunların takdir görmesi de.

Gün boyunca beraberce yiyeceğimiz azıklar onlarca farklı mutfakta hazırlanıp bir sofrada buluşuyor. Pastalar, çörekler, salatalar, yemekler. Örneğin ben zahter ve zeytin salatası yanında kuru incir marmelatı, tahin, keten tohumu ve azıcık zencefili karıştırarak uyduruk bir tatlı yapmıştım. Yaparken tatlarına bakıp keyif alacak damakların düşüyle.

“Bu yakınlığın adına kimimiz topluluk, kimimiz grup, kimimiz komşuluk dedik.. Ben aradan geçen 12 yıldan sonra bu harika topluluğu“geniş aile” diye adlandırmak istiyorum . Zira birbirimizin acı gününe, tatlı gününe, doğumlarına, ölümlerine, evlenmelere, ayrılmalara, küslüklere, barışmalara, kutlamalara, yaslara, çekip gitmelere, yeniden dönmelere tanıklık ettik, bu süreçlerin bir parçası olduk.. Dağımızı savunurken, tohum takas şenlikleri düzenlerken birlikte öfkelendik, birlikte şenlendik…Birbirimizden ilham aldık.. Birbirimizi yeteneklerimizle, zaaflarımızla, iyi niyetimizden şüphe duymadan, olduğumuz gibi kabullenmeyi başarmaya çalışıyoruz.”

Paylaştıkça çoğalacağımıza dair köklü bir inanışın pratiğini yapıyor da olabiliriz. İşin en güzel tarafı ise artık bu inanışın hiç beylik görünmediği bir yerdeyim çünkü geldiğimden beri sağlamasını yapıyorum. Eşyalar, yiyecekler gidiyor, yenileri geliyor. Sebze, meyve gidiyor, yetiştirmediğim sebzeler, meyveler dönüyor. Kocaman bir daire içerisinde elden ele oyunu oynuyoruz sanki. Toplamda kaç yabancı buraya yuva kurmuştur bilmiyorum ama geçtiğimiz Mayıs ayından beri en az otuz yuvaya misafir olmuş, yaşayanlarına göz kırpmış olmalıyım. Gavur Hayatı’nda* yaşarken umduğum ama bulamadığım bir çokluk. Bir yerde ne kadar çok, farklı yaşama biçimi varsa size açılabilecek alan da o derece genişliyor. Böyle topluluklarla ilişki kursanız da kurmasanız da. Varlıkları, farklı yaşam biçimlerinin ayrı ayrı görünürlükleri bile sizin varoluşunuzu kollayacak, destekleyecektir. Bazı şiirleri minnetle anıyorum;

“Çok şükür borçlu öleceğim herkese.”**

Buluşma yerine yani bahçeye vardığımızda, çoktan serilmiş olan kilimlere getirdiklerimizi sergilemek üzere yerleştiriyoruz. Kıyafetler, ayakkabılar, kitaplar, film/müzik cd’leri, ev aletleri, hırdavatlar, saksıda bir fesleğen ve sukulent duruyor, çok mu çok güzel resimler -çizeri de burada üstelik!-. Biri Fransızca tuttuğu yemek tarifleri defterini getirmiş. İlahi! Bir anlayan çıkar elbet
-mersi boku.

“Birbirimizle kullanmadığımız eşyalarımızı paylaşmak, birlikte yiyip içmek, yiyecekleri ev sahibine yığmadan birlikte hazırlamak, getirmek, götürmek. Bunların tamamı bizi geniş bir aileye çevirdi. Zaman içinde birbirimizin ihtiyaçlarını da bildiğimizden bak bu eşya şunun işine kesin yarar götüreyim takasa ya da bu kıyafet şu kişiye çok yakışır ona vereyim gibi bir hale de dönüştü. Yani birbirimizi daha iyi tanır olduk.”

Takasta yeni evini bulamayan eşyalar Bayramiç’e veya Çanakkale’ye götürülerek başka ihtiyaç sahiplerine ulaştırılıyor. Bunu kişisel olarak organize edenler de var; şenliğe katılamayan komşuları adına eşya alabiliyorlar. Yani takastaki eşyalar yola çıkar çıkmaz bir nevi armağana dönüşüyor. Düşünülmekten güzel armağan var mı? Keza bozuk araçlar da bir ustanın eliyle tamir edilerek yine ihtiyacı olanlara veriliyor.

Tıngırdatabileceği şeyleri çantasına atanlar, bir köşede şarkılarına başladı; https://www.instagram.com/p/Cxie8GEIr2J/ Hiç dinlediniz mi, Ritim Orman‘ı? Bayramiç’e yerleşenlerin, buraya has hava, su, meyve ve ortamla ilişkisinin sonucunda oluşan endemik, benim de bir parçası olmaktan mutluluk duyduğum ritim grubu. Kazdağı’na yönelen iştaha, yağmaya, talana karşı sazımızla, sözümüzle karşı duruyor ve bize kulak kesileni de ses vermeye davet ediyoruz.

Uzun sürmüş bir talanın şimdiki temsilcisi ise Cengiz Holding. Halilağa’da bakır/altın madeni açarak ormanlara, içinde, eteklerinde yaşayan her canlıya/cansıza, 55 köyün suyuna, toprağına, meyvesine, geçimine göz dikiyor.

“Kış kış Cengiz,kış kış
Yallah Cengiz, yallah

Ağacı sev
Ayıyı öp
Cengiz bak git
Oğlum bak git

Kış kış Cengiz,kış kış
Yallah Cengiz, yallah

Artık yeter
Bu dağ biziz
Kazdın yeter
Orman biziz.

Kış kış Cengiz,kış kış
Yallah Cengiz, yallah

Grubun üyelerinden birinin “takas şenliği” için söyledikleri Ritim Orman‘ı da tarif ediyor. Zira bu şenlik veya benzeri buluşmalar, birçok yeni fikrin de yolunu döşüyor. Örneğin Kazdağı’na altın madeni açmak isteyen Alamos Gold’a karşı tutulan Kirazlı Nöbeti’nden Kazdağları Kardeşliği (@kazdaglarikardesligi) doğmuş, bu kardeşliğin bir dalı “Ritim Orman” meyvesini vermiş . Kelebek kanat çırpmıştır bir kere.

“Bu bir topluluk, vs değil aslında. Çünkü sınırı yok, kuralı yok, bir araya gelmesi tamamen gönül birliği.”

Kısa bir sohbet, ortaya atılan bir söz, kıvılcım olup tutuşmaya başlıyor, sonra bir kaç kişi gelip ateşi yelliyor. Bir kere duman tütmeye başlayınca ellerini ateşe doğru uzatmak kalıyor yeni gelene. Sırası gelince de bir odun atmak. Bu aynı zamanda insanın içindeki karanlık gölde yüzen olasılıkları yüzeye çıkmaya cesaretlendiren bir gönül birliği.

“Takas geleneğiyle eşyayla ve toplulukla kurulan ilişkileri yeniden ele almak farklı yollar açıyor zihnimde. Farklı şeyler hayal edebiliyorum. Birlikte oluşumlar içinde olmayı, bir şeyler kurmayı, beraber büyütmeyi hayal etmeme destek oluyor.”

Bir diğeri “kabile” deyince, tam on ikiden… Halleşelim mi, ben de Hindiba Kabilesi’nden geliyorum.

“Ben ‘kabilem’ diyorum buna. Beni de Bayramiç’e en çok bağlayan doğasından ziyade bu kabilem dediğim arkadaşlarım, sizler oldunuz. Daha güzel coğrafyalar var ama komşuluk, yakınlık, hisdaşlık o kadar önemliymiş ki benim için, – buraya 2015te geldiğimde kışı köy evinde geçirip tekrar yola çıkmayı düşünüyordum- çakılıp kaldım. Ya da tutundum mu desem bu güzel komşuluğa, uzak yakın hepimiz komşuyuz.”

Burada insan ormanı da var; sarılıcı, ardıç, delişmen, kokulu, iyileştirici, çalıların altında biten kaçak, tepesi semada doruk, görünmekten korkan mantar, palamutları gömen sincap, usanmış yerden yayılan güngülü; şuna baksana, yine de ışık saçmaktan vazgeçemiyor.

“İlk yıllarda derinleşmeye, bağlar kurmaya hizmet eden takaslar son yıllarda da yeni yerleşen kişi/aile sayılarının çoğalması ile birlikte aslında Bayramiç’te yaşayan topluluğumuzun yazısız kültürünü yeni yerleşen insanlarla paylaşma, onları tanıma ve bu topluluğa dahil etme görevini görmeye başladı.”

Bayramiç’te yaşayanları birbirine bağlayan bir ip görevi görüyor şenlikler. İki baharda da “yeni bir takasın vakti gelmedi mi?” soruları baş köşeye kuruluyor. Belki de yeni gelenlerle birlikte eski olanı da hep yeniden tanımak gerekir. Değişime yer açmak için. Gelsin, baş köşeye otursun.

Gülten Akın’ın ne güzel dediği;

“Yitirmeli büyük yolların birinde ne varsa
Böcekler gibi başlamalı yeniden”***


Sorduğum sorulara cevap vererek bu çok sesli yazıyı mümkün kılan Derin, Emel, Kübra, Merve, Sevgi ve Zeynep’e, verdiği bilgiler için Melda’ya çok teşekkür ederim.

*Gavur Hayatı: Silifke’de yaşadığım düzlüğe yerlilerin verdiği isimlerden biriydi. “Hayat” halk dilinde ev, avlu anlamlarında kullanılıyor.

** Ahmet Oktay; Hayalete Övgü (2001), “Borçlu Öleceğim Herkese” adlı şiirinden. Şiiri okumak için; https://www.dunya.com/dunya-kitap/ahmet-oktay-siirleriyle-yasiyor-haberi-329904

*** Gülten Akın, Kırmızı Karanfil – 1956-1971 – Toplu Şiirler I, YKY, 2004, “Deli Kızın Türküsü” adlı şiirinden. Şiiri okumak için; https://epigraf.fisek.com.tr/?num=327

Görsel: Ritim Orman, Çan eyleminde.

Yukarıya kaydır