hangi yara?

Ortalamada yağış azalsa da önceki seneye göre daha çok yağış olduğu söyleniyor. Bir Doğu Akdeniz göçmeni olarak yağmura da kara da doydum. Dereden yana zengin Serhat köyünde sadece kışın akan kuru dereler sakince, kış yaz akanlar çağlayıp köpürerek, önüne ne çıkarsa sürükleyerek akıyor. Hayır yemekleri için kullanılan köpük tabaklar, meyve kasaları, zehir şişeleri, çocuk oyuncakları, güneşte erimiş çuvallar dere kenarındaki çer çöp bariyerlerine takılıyor. Önceki seneler büyük ihtimalle çileklerin arasına gerilen siyah naylon örtülerin kalıntıları arasında plastikleri ekmek ederek büyüyor baklalar. Serhat’ta plastiklerle çok sık ve gözle görülebilen bir toprak elementi gibi her yerde karşılaşmak mümkün. Aslında Bayramiç’in merkeze görece yakın ve kalabalık olan tüm köyleri aynı durumda.

Ama bugün bir turna gagası türü olan (Geranium sp.) yara merhemiyle (Geranium asphodeloides) tanışmaktan ne kadar mutlu olduğumu, ormana gitmek için çıkıp birden kendini suyun kenarında bulmayı anlatacağım. Dereler de yol kenarları gibi farklı, aynı zamanda sucul bitkilere ev sahipliği yapıyor. Kuş ve rüzgardan başka seslerin pek duyulmadığı ormanın aksine, gürültücü derelerde bir telaş, fazladan bir canlılık, kalabalık sonra. İşte kenarı, suyu, taşları seven herkes burada. Bir ballıbaba üyesi, büyük ihtimalle lünlün otu; kardeşi ballıbaba çiçekte ama lünlün yapraklarını sergiliyor daha, fındık kediciklerini ilk defa görüyorum; ne inceler, arpacık salebi, sarmaşıklar, ısırgan, şu bir diyeceği varmış gibi duran menekşenin yanındaki de bir turna gagası türü mesela; dakka otu -Dakka otunu* görseniz yara merhemini, yara merhemini görseniz dakka otunu şıp diye tanırsınız.-, yaban çileği**, iri adaçayı yapraklı bitki karakafes otu mu ki?

Yara otundan sonra bir de heybeye yara merhemini koyuyoruz. Gelsin artık hangi yara gelecekse. Çok yıllık, eğer benim gibi bolca yetiştiği bir yerden sökerek birini bahçeye taşımaya niyet ettiyseniz, bitkinin toprak üstü kısmından uzaklaştıkça daralan iğe, havuca benzer köklerini görebileceğiniz, çiçekleri gölgede koyu pembe, gün ışığında leylak rengi, belirgin damarlı, ele benzer çok derin loblu olmayan yapraklı, meyvede aşağı kıvrılan cılız, salgılı tüylü çiçek sapları, havlı, sıklıkla salgılı tüylü çanak yapraklı bir bitkidir.

*Dakka otu mu acaba?

Gelelim dünkü bilmecenin şaşırtmacasına. Herkesin bunu merak ettiğinden, hatta bu yüzden dün gece gözüne bir türlü uyku girmediğinden eminim.😁

Bu ikisi koyun koyuna bitiyor. Aynı bitki gibiler uzaktan bakınca. Ancak yakınlıkları beni şaşırtsa da iki farklı bitkiden bahsediyoruz. Dıştaki, tüysüz gövdeli, yaprakları böbrek biçimli, sığ loblu olan dakka otu (Geranium lucidum) eski arkadaşım. 8 yıl yaşadığım kıraç bahçenin güllerinden biriydi. Onu hep yağmur sonrası yağ gibi parlayan yapraklarıyla hatırlıyorum. Bunda fotoğraflarını çekmemin üzerine düşünmemin de payı var. Hatta bıraktığı izin sebebi başlı başına bunlar. Bunlar olmasa bu el kadar bile olmayan ama bir karınca için pekala palmiyeye benzeyen dakka otunu nasıl hatırlardım?

Biri bana sorar mıydı, ormanı açan küçücük pembe çiçeği gördün mü?

Diğeri de tanıdık geliyor ama kim? Gövde tüylü, yapraklar derin loblu ve 5 parçalı. Dağ ıtırı mı? Bir o kadar kaz gagasına veya acı tereye de benziyor yapraklar. Şaşırtmacayı çözdük ama bilmeceyi çözmek için çiçeklerini bekleyeceğiz.

Yine döküyor eteğindeki çiçekleri bahar, sıra bugün yarın ona da gelir.

**Yaban çileği değildi gördüğüm.

Tam yaban çileğinden bahsetmeye hazırlanıyordum ki çiçeğine daha dikkatli bakınca bitkinin yaban çileği değil cüce parmak otu olduğunu anladım. Neyse gidip başında çilek beklemek vardı.

Ne güzel bir kelime bulmuştum oysa. Yine de karşısına yaban çileği çıkacaklar için anlatmalıyım;

“İsveççe’de bulunan ‘smultronställe’ kelimesi, çok sevilen veya kişisel bağlılık duyulan bir yeri anlatır. Bire bir çevirildiğinde ‘yaban çilekleri yetişen yer” anlamını taşır. İsveç’in bitmek bilmeyen yaz günlerinde, gölgeli bir orman zemininde küçük kırmızı mücevherlere benzeyen bir yaban çileği topluluğu bulunduğunda hissedilen duyguyu ifade etmek için kullanılan bir metafordur. Kendimizi aşan ve aynı zamanda derinliklerimizdeki bir şeylere bağlı olduğumuzu hissedebilmek için hepimiz kendi ‘smultronställe’imize ihtiyaç duyarız.”*

*A Handful of Seeds, Tina M. Poles. Çeviri yardımı için Çiğdem’e çok teşekkürler.

Yukarıya kaydır