Yaşadığımız yerde, en azından son 150 yıldır, insanlar geçimini “hayvancılık” yaparak sağlıyor. Besledikleri hayvanlarla ilgili bilgiler de, ehliyetlerini veterinerlere havale ettiklerinden beridir, tükenmeye yüz tutmuş. Eskiden hayvanın sağlık durumuna ilişkin çok canlı bir söz ve çare dağarcığına sahipken şimdi genellikle veterinerlerin önerdikleri ilaçları kullanıyorlar. Yaptığımız bir sohbette bu dağarcıkla ilgili bilgileri, toprağa gömülü bir kemiği çıkarır gibi küçük soru ve cevaplarla çıkarıyorum anılarından. Uğraşarak da olsa hayvanlarla ilgili bilgilerine ulaşabilmek hâlâ mümkün, sıra bitkilere gelince ise, keçilerin sevdiği, yediği bitkiler dışında bildikleri, kullandıkları -en azından bir zamanlar- yaban bitkileri şunlar; ekşi kulak, kömeç, sakızlık, lale, gıvışgan, sumak, alıç, hambeles -murt deniyor-, menengiç meyveleri, çıtlık, sandal, defne, andız, pıynar meşesi, kara kekik, adaçayı, kuşburnu, gavlak1. Toplam 18 bitki. İyi bir toplayıcı 10 bitki daha topluyor olabilir ama henüz ona rastlamadım.
Kızılçam, katran ardıcı -kilik deniyor-, pıynar meşesi, ve defneyi yakacak, yapı malzemesi veya gelir kaynağı olarak kullandıkları için bu ağaçların yetişme koşulları, kesim ve değerlendirilmesi konusunda daha ayrıntılı bilgilere de sahipler. Yaklaşık 20 hanelik bir köyün bitki bilgisi bu kadar.
Ege’ye taşındığımda şaşırmış, Ege’den Akdeniz’e taşındığımda daha da şaşırmıştım. Bir taraf yaban bitkilerinin cumhuriyetiyse burası unun cumhuriyeti olsa gerek veya çökeleğin. İyi bir toplayıcıya denk gelmek umuduyla her “yemek için ne topluyorsunuz bakalım?” dediğimde bana gösterdikleri ekşi kulak veya gıvışgandı. Biraz hafızalarını yoklayınca da nenelerinin topladığı, az önce saydığım bitkiler dökülüyordu ağızlarından. O da “Başka yok mu, bu kadar mı” diye diye. Akdeniz’in bu yüzü, Ege gibi bitek değil. Yazın kuruyan bitki örtüsü Ege’de gün bulup gün yenilen besin bitkilerinin zenginliğini sunmuyor ama kimse bir tilkişeni de bilmez mi? Tilkişeni afiyetle yiyen tek canlı Keçi. Bahar geldiğinde kim kapacak yarışı yapıyoruz bu yüzden. Çoğunlukla sabahın ilk ışıklarıyla yola düzüldüklerinden onlar kapıyor. Bana ise tilkişen tohumlarını keçilerin ulaşamayacağı yerlere ekmek kalıyor.
Bitki bilgisini iklim, bitki örtüsü ve geçim kadar belirleyen şeyse kültür sebze ve meyveleri elbette. Ve hazır yiyeceklerin krallığı. İkisini de yıllardır köylünün ayağına kadar getiren perşembe zerzavatçısı Hasan, köyün bakkalı Fahri, ve cuma günü eğlencesi şehir marketleri, acıktıran televizyonlar var birde.
Eskiden püse* yapılırmış keçinin kenesi için. Şimdi veterinerin uygun gördüğü bir ilaç yapılıyor. Püse yapılırken hikâye anlatılır mıydı, gecenin içinde parlayan domuzun gözüne bakılır mıydı, biri çay demler miydi, hayal kurulur muydu, ayın şavkına türkü söylenir miydi, kukumavın sesiyle ayakta uyunur muydu, gün ağarırken karatavuk pıynarın önünden uçuverir miydi? Kim bilir. Veya gündüz tarla sürülmüştür, gecenin köründe, allahın belası püsenin başında ablası gibi şehre kapağı atamadığı için talihine küfrederek yorgunluğunu atan birileri de olunabilirdi. Ama her hâlükârda bilen ve yapan birisi olunurdu, izleyen ve ödeyen değil. Ve böylece artık püse yapmak istesen de çay demleyecek, hikâye anlatacak biri bulunmaz. Ve böylece püse nasıl yapılırdı unutulur. Ve böylece püse yapmak veterinere parasını ödemekten daha pahalı bir iş hâline gelir. Ve böylece “Doğal yöntemlerle hayvan bakımı” kursları açılır. Ve böylece, püse yapmayı bilen ama artık unutan, hâkimi olduğu şu hayatın kölesi oluverir.
Kendine ve bir topluluğa ait olma, kendini ve bir topluluğu gözetme becerisini devlete, beden sağlığı, iyileştirme ve bakım becerisini sağlık ve bakım sektörüne, besin üretme becerisini fabrikalara, marketlere, çocuk yetiştirme ve ona rehberlik etme becerisini eğitim sektörüne, insan olma becerisini kişisel gelişim gurularına, barınak inşa etme, onarma becerisini mühendis ve mimarlara, özgürlük ve hayatımıza yön verme gücünü seçim sandıklarına bırakıyoruz. Daha rahat bir yaşam adına zahmet ve sorumluluktan boşalırken etkinliklerimize anlam verecek tüm becerilerimiz de yok oluyor böylece.
Bir bakıyorsun ekşi kulağı tanımak, onunla yemek yapmak ve yara sarmak özgürlükmüş. Bir ekşi kulak, bir ekşi kulak daha, bir ekşi kulak daha derken insan olmak mümkünmüş. Dolayısıyla tüm bitkilerin gıyabında ekşi kulağın en büyük iyiliği insana özgürlüğünü vermektir, çünkü ona çıkmak yoldan çıkmaktır. Bazen düşünüyorum da, şehirde yaşarken, egzosa bulandığı ve bünyesinde ağır metalleri topladıkları için, bitki derilecek tek yerden, refüjlerden toplamazdım bitkileri. Toplayıp da yemeseydim keşke. Bir gün İstanbul’un göbeğindeki refüjlerden birinde, koca kalçalarının başka bir yerlerini görmeme izin vermediği, eğilmiş ot toplayan kadınlar gördüm. Hemen arkalarındaki çük biçimli binaların önünde, kadraja yanlışlıkla giren bir hayatın oyuncuları gibi efil efil sallanıyorlardı. Manzara o kadar abesti ki, otobüs durağından onları izlerken aklımdan geçen, polislerce pekâla protesto topluluğu olduklarını görülebilecekleriydi, ki manzarayı umursamamakla öyleydiler de. İşimi gücümü bırakıp yanlarında bitiverseydim keşke. Kaçırılmış yolaklardır keşkeler.
*Püse:Çam çırasından yapılan, hayvan bakımı için kullanılar geleneksel bir ilaç. Tarifi için bakınız: “Keçinin insanı, insanın keçisi”
1 Gavlak bir bitki değil. Kızılçam’ın kabuğunun altındaki zarımsı dokuya deniyor. Ayrıntılı bilgi için bakınız; “Orman varmış, orman yokmuş“
Görsel: Bir kuzukulağı türünün yerel adıyla ekşi kulağın yaprağı (Rumex pulcher)