Akdeniz’de, sadece Kızılçam’la tohumlanan bir kesim/gençleştirme/tıraşlama alanında yaşayınca dogal veya değil yangınlara, olası iklim krizi senaryolarına dikkat kesiliyorum. 15-20 senedir kesimlerin, tohumlamanın sürdüğü ormanın veya plantasyonun da diyebilirsiniz, son 7 senesine tanıklık ettim. Zamanı geriye çeviremiyoruz ama zamanda yolculuk yapabiliriz. Köylülerin “biz kendimizi bildik bileli burada” dediği bir ormanın yok edilmesiydi tanıklık ettiğim. Bu kurak bölgenin yağmur çeken ormanlarıydı yok edilen. Köylünün hafızasında her ağaç topluluğunun bir adı vardı; yağmur çağıranlar en eskileriymiş ormanın; Mihrap ve Göğebakan’mış adları. Yer yer anlatıp durdum bunu ya ama şimdi yaşananları gördükçe kesimin acısı içimi deşiyor, her köşeden kafasını uzatıyor, rüyalarıma giriyor. Hayaletler ziyaretlerini arttırdı. Taşınır taşınmaz, henüz yaşlı ormanı gezecek zamanımız bile olmadan işaretleme ve kesim başlamıştı. Kuruma iki dilekçe vererek kesimi durdurmaya çalışma planları yaparken başladılar testereleri çalıştırmaya. Kimine komik görünebilir ama ilk dilekçemizde şöyle demiştik;
“Yapılacak kesim projesinin, bu ormanda neden gençleştirmeye ihtiyaç duyulduğunun, hangi gençleştirme yöntemi uygulanacağının ve açıklamasının, gençleştirme sonrası bu alana dikilecek ağaç türlerinin ve bu türlerin seçilme sebebinin, gençleştirme sonrası bu alanda uygulanacak bakım prosedürünün, kesim yaparken dayandığınız ilkelerin, hazırlanan kesim projesinde, “biyo-çeşitliliği koruma”, “estetik”, “karbon dengesi”, “serbest oksijen sağlama”, “ısı dengesi”, “yağmuru çekme”, “sosyo-kültürel geleneklerin yansıtılması” “eko-sistem tabanlılık” “erezyonu önleme” gibi ilkelerin gözetilip, gözetilmediğinin, kesimde kimlerin görev alacağının, eğer taşerona verildi veya verilecekse taşeron bilgilerinin ve taşerona sunulan projenin, tarafımına yazılı olarak bildirilmesini rica ederim.”
Oturup ormancılıkla, kanunlarla, kesimlerle ilgili ne bulabildiysem okumuştum. Elimden geleni ardıma koymayayım diye. Sanki düşünerek, doğru soruları sorarak, durdurabileceğim bir şeymiş gibi. Gençleştirme deniyordu ama tıraşlamaydı yapılan. Köylünün verdiği bilgiye göre bu eski orman zaten ara kesimler yapılarak gençleştirilmişti.
İkinci dilekçede ise kesimden sonra görebileceğimiz zararlara dair bir metin yazmıştık. Bir maddesi şuydu mesela;
“Kesim sonrası yapılacak tohum ve fidan dikimi dolayısıyla arazi ve çevresi, yetişmiş, 90-100 yaşındaki ağaçlara kıyasla yangın tehlikesine çok daha açık hale gelecektir. Zaten sol tarafımızda gençleştirme sahası yer almakta ve burada çok sayıda genç fidan bulunmaktadır. Bir de bunun arka ve sağımızda olması yangın tehlikesini kat be kat artıracaktır.”
Elbette ticari bir işletme olarak görülen ormanların sırf bizim iyiliğimiz için kesilmemesi düşünülemezdi. Toplum düşünülüyor muydu veya toplum düşünüyor muydu ki, neyin gerekli olduğunu, neyin değeri olduğunu, neyin feda edilemeyeceğini? Düşünmesi gerektiğinden haberi var mıydı, buna hakkı var mıydı kiminin? Gördüğüm en eski Kızılçam ormanıydı. Sorun sadece yangın da değil aynı zamanda kurak bir bölgenin yağmurunun kesilmesiydi. Yağmuru motorlu testereyle kestiler. O zaman görevli olan müdür dilekçeleri alıp okumadan işleme koymuş ve sözlü görüşmemiz sırasında bana “Orman sizinmiş gibi davranıyorsunuz” demişti.
Orman kimindi bizim değilse? Devletinmiş, öyle dendi. Devlet kimindi, bizim değilse?
Kızılçam’la ilgili sorular geliyor ama tek maharetimin bu tanıklık ve öğrenme isteği olduğunu bilmelisiniz. Her felaket sonrası ne yapabileceğimi, neyin ne olduğunu, nelere dikkat etmem gerektiğini öğrenmek zorunda kalıyorum, belki birçoğunuz gibi. Hiç orman yangını görmedim mesela. Teorik olarak yangın riski olan bir bölgede yaşadığını bilmekle bunu deneyimlemek çok farklı şeyler. Yangına olan ilgimiz şu ana kadar başımızın üzerinden geçen helikopterlerin nereye müdahale ettiğini, nereden su aldığını öğrenmek ve ona göre önlem almak, ateş/duman kokusuna duyarlı olmak ve riskli çöpleri toplamaktan öteye geçememişti.
Felaketin ya içindeyiz veya ramak kala yaşıyoruz artık. Şimdi buradaki köylülerle konuşuyor, bu konudaki bilgilerini derlemeye çalışıyorum. Geçenlerde aktardığım, bir köylünün yangın sırasında kozalağın tohumunu yarım metre fırlattığı hakkında söyledikleri gibi. Bu arada okuduğum haberler, dinlediğim söyleşilerde kozalakların sıkça 20, 30, 50, 100 metre, hatta 1 km. öteye fırladığını, patladığını söyleyenler de var. Mesafe ve şiddet giderek artıyor. Kaynaklarda ise (makale, tez vb.) farklı bilgiler veriliyor. Fırlattığına dair bir bilgiye rastlamadım henüz. Köylünün verdiği tarif de en fazla dibine düştüğünü gösteriyor zaten. Belki rüzgarla bir miktar savruluyor da olabilir. Ama metreler ve kilometreler oldukça abartı görünmüyor mu?
Havadaki nem düştükçe Kızılçam’ın yanından geçerken kozalaklarının çatırtılı seslerle açıldığını duyarsınız. Erkenden açılan kozalaklar hemen hemen tüm tohumlarını dökmüş durumda, ağaçların başındaki birçok kozalak boş. Yangın mevsimi gelmeden tohumlarının birçoğunu dökerek neslini garantiye alıyor Kızılçam. İlk duyduğumda sesin nereden geldiğini anlayamamıştım. Gölgesinde oturmadan, yüzünü her gün görmeden, birlikte sınanmadan bir ağaçla tanışmak ne zor. Mecazi olarak kullandığım “tohum bankası” sözcüğünün Kızılçam terminolojisinde de bir karşılığı var. Ağacın başındaki açılmış kozalakların döktüğü tohumlar ‘toprak altı tohum bankası’ diye adlandırılıyor. Benim kastettiğim ise toprağın altında uyanmayı bekleyen tüm tohumlardı.
Reçineli olması kozalağı soba yakarken de kullanmamızı sağlıyor ama bunlar da tohumlarını dökmüş tamamen açık kozalaklar oluyor. Sonbaharda topladıklarımız gibi. Yağış veya nem olduğunda kozalak toplanmaz. Kapalı kozalaklar makbul değildir ve zor yanar.
Ağacın tepesindeki kapalı kozalaklar ise olası bir yangına karşı bir kenarda tutulup yangınlarla birlikte açılıp saçılarak toprak üstü tohum bankasını oluşturuyor. Anlayabildiğim şu, açılan kozalakların çıkardığı seslerin patlamalarla, alevlerden sıçrayan kıvılcımların da kozalaklarla ilişkilendirildiği. Oysa böyle bir ortamda kıvılcımların yangını yayma etkisi daha fazladır. Örneğin burada malzememiz ne olursa olsun rüzgarlı havada hiç ateş yakmayız.
Doğa Derneği’nin Çağatay Tavşanoğlu’yla yaptığı bir söyleşiye rastladım. Akdeniz coğrafyasının insanla biçimlendiğinden, köyden kente göçle birlikte orman alanlarının genişleyip yangın tehlikesinin arttığından, keçilerin yangınlardaki rolünden bahsediyor. Keçilerle ilgili küçük bir şerh koyarak ve şerhimde göremediğim bir sürü şey olabileceğini bilerek düşünüyorum. https://www.youtube.com/watch?v=Ed5jWeAVHWQ
İnsanın faaliyetleriyle Akdeniz’i birbirinden ayırmak çok zor. Çünkü bu coğrafyadaki ormanlar son halini buzul dönemleri sonrasında almış ve tam oturup yerleşeyim derken insan idaresine mahkum olmuşlar. Yaşadığımız yerin önceki sahipleri ormanda 100 dönümlük bir tarla açarak evlerini kurmuşlar örneğin. Tıpkı Tavşanoğlu’nun dediği gibi terk edilen arazileri orman tekrar alıyor. Bu da yangın riskini arttıran bir faktör. Ara ara açılmış ormanların yerini kesif ormanlar alıyor böylece. Hayatı o kadar garip bir hale büründürmüşüz ki bazı yerlerde insanın olmaması sorun haline geliyor artık. Evlerini terk eder etmez de denildiği gibi olmuş. Asıl sorun ise yaşadığımız yer gibi orman kesiminin masrafsız yapılabileceği düzlüklerde ormanın değil Orman İşletme’nin bu toprakları alması ve Kızılçam ekmesi. Tapusuz ama senelerdir sahiplendiği arazisi olanlar, 2B’nin kendisine de düşmesini beklerken topraklarını kullanmasa da sürdürüyor, çalısını, otunu temizliyor ki Orman İşletme hak iddia edemesin. Etmese keşke, hatta olanı dağıtsa. Yangın perspektifinden bakınca ormanlar arasında ne kadar açıklık olursa o kadar iyi diyor, içimdeki insan.
Sonra içindeki bitki sözü alıyor. Keçilerin orman yangınlarındaki rolü üzerine konuşacağım diyor. Yangınlarla birlikte keçiye bir de yangın perspektifinden bakmayı öğreneceğiz gibi görünüyor. Hem köylülerin verdiği bilgiler, hem de gözlemlerime göre evet keçi pürü çiğner, otları yer, orman toprağını karıştırır. Özellikle hayvancılık yapan açısından durum budur ve haliyle söylemesi beklenilen de budur. Belki hala ideal koşullarla göçerlik yapılabilse keçilerin eko-sisteme faydalı rolleri olurdu ama onlar da küçücük bir alana sıkışmış durumdalar ve yasaklarla mücadele ediyorlar. Yerleşik olan bir avuç hayvancının ise bitki örtüsü üzerinde yarattığı tahribat gözle görülür biçimde fazla. Aşırı/yanlış otlatma yapılan alanlarda (ki çeşitli sebeplerle doğrusunu yapabilmek artık çok zor; mera alanlarının ormana tahsis edilmesi, en azından bu bölgede genç ormanda otlatmanın ilk 10 sene yasak olması, sonrasında da ara kesimler özenle yapılmadığı için ormana girmenin zor olması, keçicilik yapanların yaşlı kuşak olması ve azalması gibi sebeplerle) bitki çeşitliliğinin düştüğü, çalılaşmanın görüldüğü, otlatmaya kapalı alanlarda ise kısa süreler içinde bitki örtüsünün zenginleştiğini görebiliriz. Yani sorun keçilerin varlığı veya yokluğundan çok otlatma biçimleri, orman yönetimi, otlatma yasakları, yapılaşma ve kente göç vb. ile ilgili.
Ormanın bir diğer sakini olan yaban hayvanları arasında da harika otçullar vardır ve bu işi bizim düşünmemize, organize etmemize gerek kalmadan çok iyi becerebilirlerdi, yaşam alanları bu kadar bölünmüş olmasaydı, yapılaşmaya açılmasaydı, avlanmasa, düşmanca öldürülmeselerdi. Yangında çığlıklarını duymak zorunda kaldığımız domuzlar başka birçok işleri yanında ormanın traktörü, çapasıdır. Her birini saygıyla, sevgiyle anıyorum.
Orman dediğimizde düşünülecek o kadar çok şey vardır ki ve bunlardan birçoğu bilmediğimiz, tam olarak kavrayamadığımız bir ilişkiler bütünüyle ilgilidir hala. Bilmemek de bilmek kadar değerlidir.
Geçelim bunları, geçelim. Aslında niyetim buradaki her ağacı tek tek gösterebilmek. Bahçede yaşayan en yaşlı Kızılçam’ı örneğin.
Ağaç çapı: 110 cm.
Gövde çevresi: 328 cm.
Boy: 15,5 m.
Ellerimin birbirine kavuşmadığı.
Okunabilecek yazılar, söyleşiler;
Teyit.org’un orman yangınlarıyla ilgili dolaşan yanlış bilgilere dair dosyası;
https://teyit.org/detayli-arama?topic=Temmuz%202021%20Turkiye%20Orman%20Yanginlari
https://www.diken.com.tr/psikolog-deniz-bolsoy-travmanin-panzehiri-dayanismadir
Biz yangında gerçekten neyi kaybettik? Ünal Akkemik kaybettiğimiz bitkileri anlatıyor; https://bit.ly/3CAy0ua
https://www.youtube.com/watch?v=Ed5jWeAVHWQ
https://birartibir.org/yagmur-dedi-ki-sistem-bizi-yutacak
https://birartibir.org/cozum-orman-demokrasisinde
İnsan merkezli orman yangını algısı ve yangının doğadaki rolü, Çağatay Tavşanoğlu
http://www.ekoevo.org/wp-content/uploads/2020/04/EkoEvo_Bulten3-compressed.pdf