Ne kişilerin ne devletlerin ne de şirketlerin askeri olmamanın yollarından biri de ot toplamayı öğrenmek. Sahip olacağımız kudret bir yana kendimizden kurtulmak, yaşamayı öğrenmek, ne yaşadığımıza daha büyük zaman birimleri içinden bakabilmek için de gerekli. Zira bunlar olmadan birbirimizi ittirmeden, ittirmeye ihtiyaç duymadan, ötelemeden yaşamayı öğrenemiyoruz. Odağımız bitkiler olsun olmasın her halükarda sadece insana, insanın yaşadığına bakmak yetmiyor kavramaya; olmuşu, olanı, olabileceği.
Geçtiğimiz bahar toplayamadığım otların acısını çıkarır gibi kıra koşuyorum. Bu bahar hem bu bölgedeki yenilebilir otları öğreneceğim hem de onlardan nasıl yemekler yapıldığını.
Akkız (Silybum marianum) ve tatlı filizle (Asparagus acutifolius) başlıyoruz sepeti doldurmaya. Sepet Emine’nin sepeti. Onun mekânındayız. Mekânını avucunun içi gibi biliyor. Zahter nerede , boğa dikeni nerede, şevketibostan, telli kaşık, kaymacık nerede? Ot toplamaya başladığında tuttuğu bıçak elinden büyükmüş. Dedesi bastonuyla gösterirmiş toplayacağı otları, o da keser, heybesine doldururmuş.
Ot toplayıcılığı yolunda yürürken hiç bilmeyen biri otları nasıl öğrenir ve toplar sorusuna yeni çözümler bulmaya çalışıyorum bir yandan. Uzunca bir süredir kimse “şu bitki nedir” diye sormadı. Üye olduğum gruplarda biri bitki sorsa pat diye cevap geliyor. Malum arama motorunun görsel arama özelliği de dünden bugüne epeyi gelişti. Herkes her şeyi biliyor artık. Ancak hâlâ bir dolu hata yapılıyor. Üstelik bahar otlarının çoğunlukla körpe yaprakları yenir. Körpe yaprakların kimliğini bulmakta hiç iyi değiller.
Toplayıcılar ayaküstü doyuruyor karnını. Boğa dikenini (Eryngium campestre) tanımak çok kolay, ilk yapraklarından itibaren gösterişli dikenleri var. Dikenli kısmını şöyle bir kesip ağzımıza atıyoruz. Pişirmeye gerek yok, boğa dikeni yürürken yenecek.
Ne yazık ki videolar ve fotoğraflar da bu konuda pek yardımcı olmuyor. Bitkiyi tanımak sadece görmekle ilgili bir beceri değil. Dokunarak, parmaklarının arasında yaprağını ezerek ve koklayarak, bir toplayıcıyla geziyorsan ve bitki çiğ yenilebiliyorsa tadına bakakarak, bol bol pratik yaparak edinebileceğin bir beceri.
İlk defa topladığım bir otla her karşılaştığımda Emine’ye teyit ettiriyorum;
– Bu boğa dikeni değil mi?
– Evet.
Sabırla cevap veriyor Emine.
Her ne kadar iyi niyetli de olunsa amatör bitki gözlemcilerinin veya toplayıcıların verdiği bilgiler yanlış olabiliyor -buna ben de dahilim-, bitkiyi tanıyorlar ama bilimsel adı konusunda hata yapabiliyorlar veya pişirilerek yenilmesi gereken bir bitki hakkında bu önemli uyarıyı yapmayı unutuyorlar. Ne kadar yavaş yürürsek o kadar çok şey görür ve öğreniriz. Upuzun yollardan ve zahmetten kaçmadan yürümeye devam ediyorum.
Peki ne yapsın bilmeyen?
- Otu iyice tanıyabilmek için yakın bir yerde mümkünse bahçemizde 4 mevsim gözlemlemek. ilk yapraklarını, çiçeğini, tohumunu görüp öyle toplamaya başlamak. Bence tanımadığımız bir bitkiden fayda da göremeyiz.
- Yemek istediğimiz otun tohumlarını alıp bahçemize ekmek (İlk ekiciler bunu binlerce yıl boyunca yaptı. Onların ve -belki sincapların da- bu çabaları sayesinde örneğin tatlı badem yiyebiliyoruz. Kültür bitkileri bize göre biz de onlara göre evrimleştik.)
- Pazarda tezgah açan, ot satan kadınlar dahil olmak üzere toplayıcıların peşine takılmak. Ve bunu mümkün olduğunca sık yapmak -baharlar boyunca-
- Başka bir türle karıştırma ihtimali daha az olan türlere yoğunlaşmak (özellikle çiçekliyken karahindiba, tilkişen, acı filiz, zahter, sakız murcu, teke sakalı, labada, su teresi gibi)
Göz dikeni (Eryngium creticum) körpe yaprakları boğa dikeni gibi dikenli değil. Çiçeklerini daha önce görmüş biri olarak bu yaprakların ona ait olduğunu kabul etmekte zorlanıyorum. Telli kaşık deniyormuş burada ona. Bu otla yapılan bir yemeğin ödül aldığını anlatıyor Emine. İlk bunun tadına bakılacak.
Emine sadece bu yörede yenilen otlarla yetinmemiş, bir sebeple öğrendiği farklı farklı yenilebilir otları da topluyor; kaymacık gibi (Opopanax hispidus).








Toplayıcıların peşine takılınca devraldığımız sadece bir ot toplama bilgisi değil; kültür. Otun yöreye özgü adı, toplama ve yeme biçimi. Emine otları genellikle en sade halleriyle yemekten yana. Haşlayıp bol zeytinyağı ve limonla servis etmek. Bunu ben de seviyorum. En azından bir kez böyle yenip otun tadını almalı. Sonra belki yanına eşlikçiler gelebilir.
Emine’nin tatlı ve acı hindiba dediği bitkilerin henüz kimliğini bilmiyorum ama mavi çiçekli dediğine göre muhtemelen Cichorium türleri. Bol bol topladım onlardan. Emine olmadan da bu kadar güvenle toplayabilmem için mutlaka çiçeklerini ve tohumlarını görmem, bitkiyle tanış olmam gerekli. Bunun için söz alıyorum. Çiçeklenir çiçeklenmez geleceğim.
Şevketibostan (Scolymus hispanicus), yabani pırasa (Allium ampeloprasum), eşek helvası (Sonchus sp.), acı filiz (Dioscorea communis), teke sakalı (Tragopogon sp.), kuzu kulağı da (Rumex sp.) giriyor sepete.
İlk defa ot toplamak bu kadar kolay oldu. Hepsini “acaba doğru mu topladım?” diye düşünmeden attım sepete. Öte yandan kadınlarla buluşup bir ot toplama günü yaptığımızda herkesin benim kadar tereddüt taşımadığını da gördüm. Ne kadar az bilirsek o kadar az tereddüt ediyoruz öyle değil mi? Bende de işler bu sırayı izledi.
Toplayıcılar ne kadar şanslı olduğunun, kendi otunu toplamanın nasıl bir güç verdiğinin farkında artık. Bir sebzenin, meyvenin kilosunun 50-80 lira olduğunu düşününce en az 3 ay pazara gitmemek büyük bir lütuf. Yol boyunca bunu konuşuyoruz. Bir de şükran duygusunu.
“O sırada dünya dönmeye devam eder.
O sırada kırlar boyunca, çayırların üzerinde ve ağaçların
dağlar ve nehirlerin derinlerinde,
güneş ve yağmurun berrak çakıl taşları gezinir.
O sırada yaban kazları, açık mavi göğün yükseklerinde,
yeniden evin yolunu tutar.
Kim olduğun, ne kadar yalnız olduğun farketmez,
dünya senin hayal gücüne sunar kendini,
sana seslenir, haşin ve heyecanla—
aynı yaban kazları gibi
tekrar ve tekrar duyurur sana
varlıklar içindeki yerini.”*
*Mary Oliver, “Yaban Kazları” şiirinden.