görülür görülmez arası ama orada
10 Aralık
Hamdım daha.
Elimde kürek.
Aklımda bir iş makinesi hayaleti.
Çok güzel bir bahçe olacak, şurda şu olacak, burada bu olacak. Şurayı oyacağım, şurada bir yükselti, şurada tepe, şurada bir su birikintisi. Zaman geçtikçe iyi veya kötü de olsa bir bahçe ihtimalinin hep toprağın altında uyuduğunu, uygun bir anı kolladığını ve mutlaka uyanacağı gördüm.
Bu nasıl oldu? Toprağın yüzünü örtecekleri durup beklemekle. Durma eylemi bilinçli bir seçim değildi. İmkansızlıktan, zamansızlıktan, işler ve güçler izin vermediğinden yapılmış bir durmaydı daha çok. Yerini pıtpıt otuna, muhabbet otuna, arı orkidesine, lohusa otuna, serkile, çırçır otuna, kirpi sormuğuna, sadır otuna, cavır soğanına, yalın nevruz otuna … bıraktı. Çoğu da varla yok arası çiçeklerdi. Görülür görülmez arası, ama oradalardı. Böylece durmayı belledim.
Durdukça toprağın yüzü milyon tane başka şeye bağlı olarak kararlı bir topluluğa ulaşana kadar öyle değil böyle değişip durdu. Daha da değişiyordu. Muhtemelen bu açık oyun alanındaki ağaçlar büyüyüp de gölge yapmaya başlayınca durulacaklar, kuşun karnında, sincabın gömülü hazinesinde, karıncanın kollarında taşınan bir iki sürpriz dışında artık hep aynı bitkileri görüp duracaktım. Belki de hiç tahmin edemediğim başka bir şey olacaktı. Bir ot, örneğin pisipisi otu uzun yıllar egemenliğini ilan edecek, geri adım atmakta direnecekti. Bunlar hep ihtimal. Bir şeyin neye dönüşeceğini bilecek kadar keskin kanaatler bilimi bu konuda konuşmamayı tercih ediyor. Emin olabileceğimiz bir şey var yine de; bahçe su gibi akıyordu. Böylece ilişmeyi belledim. Yalın nevruz otunu küstürmeden, pıtpıt otunu ezmeden, kırlangıçkuyruk kelebeğini kaçırmadan. Varlıklarını onurlandırarak ilişmeyi.
Gereksiz oldukları, toprağın boşa gittiği, misal yerlerini şöyle düzenli bir bahçe alabileceği ve onun altına imzamızı atabileceğimiz veya parlak, para eden, nüfuz eden, güç eden bir cevherin almasının daha iyi olacağı söylenip yazılıyordu öte yandan. Kimi de buna ilişiyor. Her kimse bu, bol papatyayı göremeyeceğini bilsin.
Yeterli bir ceza değilmiş gibi görünüyorsa değerini tartacak terazilerimiz olmadığını üzülerek hatırlatırım.
Canımızı oluşturan kimyaya bak
8 Kasım 2024
Tarım alanlarının arasında yaşarken hiç görmediğim bir çiçekti çiğdem. Şimdi çok tanıdık gelse de varlığından haberdar olalı çok olmadı. Çiğdemden ağrı Laççi’ye, Kazdağı’na, kozalağa, püre bakıyorum.
10 senedir dağlardayız. Havamız, suyumuz, yemişimiz dağdan. Dostlarımızın, umudumuzun, hayallerimizin kaynağı da dağ. Canımızı oluşturan kimyaya bak. Nerede yaşarsak yaşayalım böyle ama köydeyken kimyanın kaynağını kokluyoruz.
Elmalar, gümrük kapılarına doğru yola çıktıysa da bir bölümü zehirden geri dönüp pazar tezgahlarına serildi. Kestaneler toplandı, kimi tencerede fokurdadı, kimi közlendi. Brokoli sıcaklardan çiçeğe dursa da, lahana bizi sevindirmeye hazırlanıyor. Pazı ve pancar yaprakları defalarca pişti. Köpekler kemiklerini, tavuklar kalan itibarlarını korudu.
Bu sonbahar öğrek otunu öğrendim. Kasabada bir ara sokakta kurt üzümü buldum. Sobayı tutuşturmak için kozalak topladım. Biraz alıç, çakal eriği, kuşburnu attım çantama. Yerel bir armut türüyle sirke kurdum. Karakafesin hâlâ diri, hâlâ yemyeşil yapraklarındaki suyun kıyısına ayaklarımı soktum. En çok kim ayağını suda tutabilecek? Kendini bir oyuktan aşağı bırakan suları izledim, kendimi ağaçların ardında batan günün önüme düşürdüğü gölgelere bıraktım.
İnsanı da dağı da kendi haline bırakmayan düzenler tüm fiyakamızı bozmaya yelteniyor. Madene karşı canımızı savunacağız.
Bir karıncanın yuvasını bozmaya görün. Bir tilkinin, ayının, kuşun. Neden insan da yuvasını, ayı kadar direngen, karınca kadar kalabalık, kuş kadar rüzgâra karşı, tilki kadar inatla savunmasın?
Ne anlattıysam dağdı bütün
6 Kasım 2024
Kesilmiş bir ağaç, yok edilen bir ormanın ve oradaki canlı/cansız yaşamın temsili olabilir mi? Yine de kesilmiş ağaçları birbirimize gösterip duruyoruz. En gösterilebilir şey bu olduğu için.
Oysa ki köycek odun yakıyoruz mesela. Ağaçlar hep kesilecekler. Ancak neden ve nasıl kesildikleri, yerlerine ne yapılacağı, içinde bulundukları ormanın vasfının değişip değişmeyeceği ve yaşadıkları topluluğun zarar görüp görmediği önemli. Bunları göstermek mümkün olmuyor. Fotoğrafla hiç olmuyor, videoyla da öyle.
Gönlünüz daha önce dağa çekildiyse, ormanda bir ses kulağınıza belki o anda anlamadığınız ama daha sonra pekala anlayacağınız bir şeyler fısıldadıysa, dağa çıkmak yüreğinize garip, zapt edemediğiniz bir heyecan salıyorsa – sanki içinizde durmakta olan bir yılkı atının ayaklarındaki ip çözülmüş gibi-, bir dağlı olduysanız ağaçlar kesilmeye başladığında gidip bir daha gelemeyecek olanın ne olduğunu, olabileceğini kavrıyorsunuz ancak. Dağlı olmayan da hayal edebilir ve takdir edebilir tüm bunları.
Düşündüm de kesilmiş ağaçları değil yaşayan dağı göstereceğim. Ne anlattıysam dağdı bütün veya dağa özeniyordu.
Umudun topoğrafyası
3 Kasım 2024
“Bellek arazileri, gelişim patikaları, çaresizlik vadileri ve umut tepeleri vardır. Ve umut uzayıp giden bir yol değil, bir topoğrafyadır.” demiş Rebecca Solnit. Kirazlı direnişi artık geride kaldı. Belki de önümüzde. Hem bir bellek arazisi hem bir umut tepesi olarak duruyor.
Alamos Gold kovuldu ama bir benzeri Cengiz Holding; bölgenin tüm suyuna, birçok köyün ve insanın, maden alanında yaşayan hayvanların, endemik sürmeli çayçenin, kılkuyruğun, akçiğdemin, soğanlı bir bitki olan deli lalenin, tehlike kategorisi VU; ‘zarar görebilir’ olarak geçen kandil kökünün, nadir bitkilerin, belki de dünyada sayılacak kadar az kalmış benli sığırkuyruğunun, onbinlerce çiçek açan tohum verenin yuvasını başına yıkacak olan Halilağa Bakır Madeni için Hacıbekirler’de orman kesimine devam ediyor.
kazdağını kazdırma
sarıkızı kızdırma
Yuvanın başına yıkılmasının ne demek olduğunu Antakya’da sevdiklerimiz enkaz altından çıkarılırken, onca senenin emeği, belleğimiz, kültürümüz, tarihimiz toz olup uçarken öylesine berrak bir yoldan öğrendik ki. Orada doğanlar, ömrünü orada geçirmiş olanlar sığınacak yer bulamıyor. Kendine yer beğenemiyor. Beton santralerinin şehrin ortasına kurulduğu, enkazların sulak alanlara döküldüğü Antakya’ya dönse soluyor, dönmese soluyor.
Kimimiz kazık köklü. Bu denli bağlı toprağa. Ne tohumları gen bankalarında saklanabilir, ne botanik bahçelerinin idaresinde yaşayabilir, ne kendine yeni bir yuva seçebilir.
Sarıkız’ın ormanları nerede?
Bu çaresizlik vadisinden geçerken birlikte haritaya bir umut tepesi daha ekleyebiliriz ve bir süre sonra bu tepe önümüzdeki umut tepelerinin belleği olur. Bunun için nerede ve ne yapıyorsak bir ses çıkarmamız gerek. Acıyla bağıran bir tilki gibi. Yuvası yanan bir domuz gibi. Homur homur söylenen ve motorlu testerelerin hızına yetişemeyen bir kaplumbağa gibi. Canımızın yandığına dair bir ses. Tüm gücümüzle. Burası bizim yuvamız. Kesimi durdurun.