2 Aralık
İstanbul yağmur ve lodosla ikiye bölündü. Vapurlar çalışmadı, yağmur ara ara mola verse de yağmaya devam ediyor. Kocakarı halime genç halimden daha yakın hissederken sevgili Çiçek Öztek’in çevirisiyle Alef Yayınevi’nden çıkan “Bahçıvanlar İçin Kocakarı İlmi”ne gömüldüm. Dışarıda yağmur yağar ve bazen de benim gibi bahçede son kalan fasulyeleri veya bahçedeki herhangi bir otu, böceği düşünürken okunabilecek en iyi kitaplardan biri olabilir.
“İlginçtir, kadim şifalı bitki kitaplarında tohumları sadece dolunay zamanı ekin denmez, bir de bu işi çıplak yapın denir. “En iyi çiftçiler,” diye yazmış biri, şalgam ya da kanola tohumlarını çıplak eker ve bunu hem kendisi hem de komşuları için yaptığını iddia eder.” Muhtemelen tanrıların, varlıklı bostancıya kıyasya çıplak, masum bir amatöre daha merhametli davranacağını umuyorlarmış. Öte yandan, belki de bu tavsiye her zaman salt büyüyle ilgili gerekçelerle verilmiyordu: Tohumun iyiliği için toprak gereğinden soğukken dikmemeliyiz ve bu işi söylendiği gibi çıplak yaptığımızda bu hataya düşme ihtimalimiz azalır. Lincolnshire’da çiftçilerin, arpa ekimi için toprakta doğru koşulların oluştuğunu test etmek amacıyla pantolonlarını indirip öylece toprağa oturduklarını duymuştuk: Kendileri rahatça oturabiliyorsa arpa da rahatça oturabilirmiş.”
Bu arada her iki söyleşiye de katılan, birlikte düşünmek için söz alan veya dinleyen herkese teşekkür ederim. Böyle mutfak önü işleri için her ne kadar ayak diresem de iyi ki gelmişim. İyi ki’nin mimarlarına sevgiyle; @cicekoztek , @alefkitap , @deirnu , Beyza, İnci, @iyiekim , Tracy Lord, @nazlipiskin , @rakuzon.rakuzon , @zaferyenal_ , Pınar Ertör.
Korka korka Alef’e soruyorum; “Peki kitap satışları nasıl gidiyor?”. Tüh, tek can sıkıcı şey bu. 6 senedir çeşitli zamanlarda bana yazılarımı kitap yapmamı salık verenler kitabı alsaydı! Ama biliyor musunuz bana da artık kitap okumak zor geliyor. Eğer kuşu, böceği, tohumu, toprağı anlatmıyorsa hele. Biri gezelim dese, ekelim dese, unutuyorum kitapları. Hatta bu durumu güzelliyorum da; ” Ben artık şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek istiyorum” diyorum. “Peki şarkını söylediğinde kim dinleyecek”, demiyor kimse. Demek ki “Şarkı Söylemek İsteyenler Kulübü” hıncahınç dolu.
Yine de “Tohumların Hamileri”ni hatırlatmaktan, desteğinizi istemekten utanmayacağım.
Ne yapabilirsiniz?
- Kitabı satın alabilir, hediye edebilirsiniz. (https://www.kitapyurdu.com/kitap/tohumlarin-hamileri/695112.html)
- Kitapla ilgili başa tutturduğum gönderiyi paylaşabilirsiniz.
- Kitap hakkında söyleşi/röportaj yapabilecek gazeteci veya yazarlara ulaşmamı sağlayabilirsiniz.
- Kitabı okuyup çeşitli platformlarda düşüncelerinizi yazabilirsiniz.
- Veya belki sizin aklınıza gelecek başka fikirler…
1 Aralık
Lači’yle -benim dilime Laççi diye yerleşti- kapıdan bakıyoruz. Dışarıda yağmur var. İşlerimiz yarım kaldı. O koşturup oynayacaktı, ben geri kalan tohumları ekecektim.
Yaklaşık 200’e yakın tohum için yer bulmak büyük bir sorun. Ancak artık her birinin ekilmesi gerektiğini düşünüyorum. Son iki senedir bir devri daim sağlayamadım çünkü. Birçok tohum giderek canlılığını kaybediyor olmalı. En azından bu riski göze almak istemiyorum. Yar sabun otundan, adam otuna, öğrekten patlangaç çalısına, çanak çiçeğinden çalbaya o kadar çok otu yeniden görmek istiyorum ki. Teskin edilemeyecek bir özlemle başbaşa kaldım.
Üç yatak hazırladım. bir kısmını fide kaplarına ektim. Bunlar yetse de hepsini karıştırıp “deştiye” de yapacağım. Yani azıcık ayaklarımla eşelenip serpeceğim tohumları yeryüzüne.
Elimdeki tohumlar yetmiyormuş gibi İstanbul seyahatinde Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi’den tohum topladım. Bu distopyanın ortasında kalmış vahada neler yoktu ki; sakız ağacı mı dersiniz, kırmızı ve beyaz dudaklarıyla süs adaçayı mı, peru elması mı, sığla ağacı mı, acem borusu mu? Hiç acem borusu tohumu görmüş müydünüz?
Kendi haline bırakılan alanların neşesine sonbaharda bile tanık olabildim. Modadan sahile inen bir yolda, gördüğüm en yaşlı sakız ağaçları yaşıyordu. Ve yaklaşık yarım dönüm bahçesi olan, kendi kendini tohumlayan bitkilerle dolu bir bahçeye uyandım her sabah. İstanbul’un üzerime heyula gibi çöken plazalarından kurtulmak hiç zor olmadı.
Dünya hem çiçeğin hem gamın dünyası
Orman köpeği çiçeğe çeviriyor yönümü.
14 Kasım
1) Işıklı gemiye bindim.
2) Tohumların Hamileri’nde yer alan bu paragraf ilginizi çekebilir. 1934’ler de molçtan bahsediyorduk. Bugünkü adıyla malç. Kendi kitabımın altını çiziyorum. Sulama yapılmadan tarım yapılmasını aklıma kazımak istiyorum.
3) Abuzambak tohum kesesi çok tedbirli görünüyor ama sadece görünüşte böyle. Tatulanın dikenleri daha amansız.
4) Baklagil tohum böceği ve izleri. İnsan bir fasulye tanesine ev kurmak istiyor.
5) Jakarandanın fırfırlı etekleri.
6) Meşe palamudu gözü
7) Çorabımdaki tohumlar
12 Kasım
Sonbaharda ekmem gereken yaban tohumlarını seçmeye, kimi nereye ekeceğime karar vermeye çalışıyorum. Biraz fide torbası, bir de yatak hazırladım onlar için. Ama seçmek çok zor oluyor. Dönümlerce toprak lazım bu tohumlara ki, hiçbiri torbada kalmasın. Özellikle tanımadığım bitkilerin tohumlarından oluşan torbalardaki her bir tohumun “beni ek”, “beni ek” diye bağırdığına yemin edebilirim.
Yürürken bir bakıyorum elim tohumlarda. Çıktığım yolculuklarda heybeme atmışım. Üzerlerinde şöyle şeyler yazıyor; “Bilinmeyen”, “Anamur/sahil yolu bir kantaron türü”, “Endemik bir boz ot türü ???”, “Alanya / çalba, çan çiçeği, nakıl/ türü belirsiz”. Sürpriz torbaları.
Yar sabun otu (Saponoria kotschyi) demiştim ilk karşılaştığımda, şimdi tohumları gün yüzüne çıktı. Eğer doğruysa endemik bir güzel. Altın yerine yar sabun otu tohumları değer birimimiz olsaydı dünyanın en zengin insanı olurdum. Kocaman bir yığından 3 çimdik tohum çıktı. Kim tam bu zamanlar onu ekip baharda karşılaşmayı diler?
Tanıdığım, paylaşabileceğim 114 yaban bitkisi tohumu için bir liste yaptım ama bu defa sadece Bayramiç ahalisine vermeye gücüm yetecek.
Bir de henüz ayıklamadığım tohumlar vardı, listeye giremeyen. Çok az olduğu için kimseye emanet edemediğim tohumlar var sonra. Bugün onlarla uğraşma günüydü. Lakin tohum ayıklama işi uzun sarhoşluklarla bölündü. Ne olmuş da lohusa otunun (Aristolochia sp.) tohumlarını es geçmişim? Kimi tohumlara dalın istedim. Zira ben daldım. Aklımın rüzgârında da Pelin Özer’in inceliği sayesinde haberdar olabildiğim John Berger’in Şarkı’sı dalgalanıyordu;
“kim tutup elimizden
götürecek bizi gülerek
bir zamanlar olduğumuz şeyin tohumuna”
Kızılağacın (Alnus glutinosa) meyveleri yağmayan bulutlardan sızan azıcık ışığın altında “bir zamanlar olduğumuz şeyin tohumuna” giden bir köprü gibi görünüyor. Belki güldüğü içindir.