1) Şehrin, babamın deyimiyle %70’i yokmuş artık. Önce can denir ama 13 yaşından beri çalışan babamın ve benzeri binlerce insanın emeği, tüm birikimi, sığınağı hiç oldu. Hem evi, hem şehri. Sağlam gibi görünen binalar da hasarlı. Dolayısıyla binalarda kalınamıyor, binalara çıkılamıyor. Hiç olmadı korkudan, güvensizlikten çıkılamıyor. Babam; “deprem olurken yanımızdaki yıkılan binaları görebiliyorduk” diyor. Çünkü yapışık bina yıkılırken duvarlarını patlatmış. Karanlıkta camlara basmamaya, giyinmeye, cep telefonlarını bulmaya çalışmış, kapının açılmasını engelleyen ayakkabılığı kaldırmaya uğraşmışlar. 2,5 saat, titreyerek. “Sonra bize bir güç geldi” diyor annem. Yaşamak gücü.
2) Yollar çok kötü olduğu, trafik kilitlendiği ve donanımlı olmadığımız için Antakya’ya gitmedik.
3) Otoyoldan ablamın yaşadığı Antep’e giderken, şehre yaklaşık 100km kala viyadük çöktüğü için yol kapalıydı. İskenderun -Belen – Topboğazı – Kırıkhan hattından Kilis’e ve oradan Antep’e gidebildik. İkinci depremin merkez üssü olan Nurdağı hattı da çok kötüydü. Bu hattı seçenler 4-12 saat arası yolun açılmasını beklemiş. Şimdi durum nedir bilmiyorum. Yollarda dalgalar oluşmuştu. Hiçbir yol yönlendirmesi yoktu. Ta ki çöken yere gidene kadar. Karanlıkta insanlar el yordamıyla yolunu bulmaya çalışıyordu. Gide döne 12 saatte Silifke’den Antep’e varabildik. Antep’te de yıkım olmuştu. İnsanlar sağlam dahi olsa evlerine girmeye korkuyordu.
4) Topboğazından dönünce görülebilen yollardaki kırıklar, açıklıklar 7 Şubat itibariyle tamir edilmeye başlamıştı. Ama öncesi kıyamet sahnesiydi. Kırıkları görmeyip takla atan, kaza yapan araçlar veya deprem anında yolda kalan araçlarla karşılaştık. Duble yollar çatlamış, tarlalara akmıştı. İskenderun’dan başlamak üzere yol boyunca, Belen, Kırıkhan ağır yaralıydı.
5) Antakya’da, yiyecek, su, elektrik, ısınma, barınma gibi temel ihtiyaçlar karşılanamadığı için şehri terkedenler dönüş yolunda konvoylor oluşturmuştu. Bir aracı olup ayrılmak isteyenler ise benzin/mazot bulamıyordu. Adana’dan sonra yakıt sıkıntısı başlıyor. İstasyonlar ya kapalı ya da önlerinde saatlerce bekleyeceğiniz kuyruklar var. Antep’te birinin önünde 2 su sişesiyle 3 saat bekledim. Bu şişeleri de yine bir benzin istasyonunda, deprem sonrası türediği belli olan bir adamdan almıştım. Sırada beklerken 5 kere kavga çıktı. Neyse ki kavgaları yatıştıranlar, gereksizliğini hatırlatanlar da vardı. İstasyonun bir kenarında Kızılay çorba dağıtıyordu. İnsanlar soğuğu içtikleri çorbayla savuşturmaya çalışıyordu. Ama soğuk ayak diriyordu.
6) 6 şubat günü sabaha karşı 04:17’de gerçekleşen depremden ertesi günü akşamına kadar şehre yardım gidememiş. Dondurucu soğukta hırkasını, ayakkabısını bile alamadan pijamayla evden fırlayanlar olmuş. Dolayısıyla marketlerden/dükkanlardan bir şey alan insanların “yağmacı” olarak tanımlanması en hafif deyimle insafsızlık, ahlaksızlık sayılmalı.
7) Varolan kurumlar, iş aletleri çalışamadı çünkü ya kurum binaları çökmüş ya da makinaları kullanacaklar enkaz altındaymış. Kimi bilgiler haberlerde de yer aldı.
8) AFAD ve 112’ye bıraktığım ihbarlar hiçbir sonuç vermedi. “Ekiplerimizi yönlendiriyoruz” dedikleri yere ekipler hiç gitmedi. Dahası gönderilecek yardımın, ilaçların, iş makinalarının bile engellendiğini duyuyoruz. Her şeyi AFAD yapacakmış. Yapamıyor. Bu yüzden uluslararası yardım çağrısı yapılmadı mı? İngiliz, Alman, Yunanlı vb. seni kurtarmaya gelirken CHP’li birine “İngiliz uşağı” demek ne anlama geliyor?
9) Diğer alternatifler ise “ses var mı?” veya “başlarında irtibat kurabileceğimiz biri var mı” diye soruyor. Lütfen bunu sormayın. Ses vardıysa bile şu anda var mı bilemiyoruz. Sesi çıkabiliyor mu bilmiyoruz. Duyulabiliyor mu bilmiyoruz. Her enkazın başında fiilen veya ruhen çırpınarak bekliyoruz. Başlarında iletişim kuracak kimse yok, olamaz da. Çünkü enkaz altında olmayanlar da iletişim kuramıyor. Arayıp yardım da isteyemiyorlar. Ancak tesadüfi olarak veya deprem bölgesinden çıkabildiklerinde iletişim kurulabiliyor. Kesik kesik ve tutarsız bilgi alabiliyoruz. Mobil servisler yerine whatsapp araması veya sms mesajı daha etkili oluyor. Eğer şanslıysanız bir süre sonra cevap gelebiliyor. Dakikalar bile önemliyken… Umarım umutlu bir mesaj olur.
10) Ulaşım otoyoldan sağlanıyor ama İskenderun-Belen arası dün (7 Şubat akşamı) hıncahınç doluydu. Bu ara, dar bir yol olduğu için ambulanslara yol vermek bile mümkün olmuyor. Lütfen en azından ihtiyaç duyulan yardımlar yola çıkana ve ulaşana kadar kalabileceğiniz güvenilir barınaklar var ise bunları değerlendirin. Olmadığını düşünüyorsanız/yoksa lütfen ambulanslara, iş makinası taşıyan araçlara, yardım konvoylarına tereddüt etmeden yol verin. Ayrıca lütfen eğer acil bir durumunuz yoksa (yaralı taşımak gibi) hemen ambulans arkasına girmeyin. Bu kadar insanın ölmesinin en büyük sebeplerinden biri de düşüncesizlik.
11) Böyle durumlarda aklı selim pek mümkün olmuyor. Bu derece geniş alana yayılan bir yıkımla baş edebilecek bir organizasyon nasıl kurulabilir bilmiyorum ama o binalar yıkılacak yerlere, yıkılacak malzemeyle yapılmamalıydı. Tek çözüm buydu. Antakya’da kentsel dönüşüm binaları – çocukluğumun geçtiği ev gibi.-, yeni yapılan ve milyonlarca liraya satılan henüz tüm sahiplerinin yerleşmemiş olduğu binalar dahi yıkılmış. İlkgençliğimin geçtiği ev de, dün ziyaret ettiğim ev de artık toz.
12) Benim sığınağım ise insandandı. İlkgençliğimin tanığı, zorbalığa, kötülüğe karşı birbirimize sığınaklık ettiğimiz, sevincimizi paylaştığımız kuzenim, arkadaşım Özlem’le enkaz altındayken kısacık konuşabildik. Ama birbirimizi anlayamadık. “Ne olur mu” dedi, “kurtarın” mı dedi? İnanmak istemedim. Yazabilir misin? dedim.
Enkaz altında
Kurtarın
Dayanamıyoruz
Zor kurtuluş
yazdı. Kartopu oynarken, camına kartopu isabet eden esnaf tarafından bıçaklanarak öldürülen Nuh Köklü’nün son sözleri aklıma geldi; “Ne olur bu bir rüya olsun”
10 ilde bağlar, sevinçler, hikayeler, dayanışmalar, anılar, gündelik koşturmacalar, ceviz kabuğunu doldurmayacak dertler, sarılmalar, kırgınlıklar, efelenmeler, bağışlamalar, tanıdık yüzler, akrabalar, dost sohbetleri, aşklar enkaz altında.
Not: Özlem ve halam enkazın başında bekleyenlerin çabalarıyla kurtarıldı.
Görsel: Solda ben, sağda Tayfun Abi (Özlem’in abisi), Özlem ve ablam. Sanırım Atatürk caddesindeyiz. Antakya’nın mecburiyet caddesi. Tamamen yıkıldığı söylenen.