çiçekli bir aralıkta

22 Nisan

2018 Kasım’ında, daha Yazı Yaban yeni yeni yola koyulurken; “Bafahçefenifi buful, ofanafa befekçifi ofol.” demiştim. İçinde yaşadığım bahçeye bekçilik etmeyi, sonra da orada toprağa karışmayı umuyordum.

Bir anlamda yanılmamışım. Bahçe kocaman.

Sınırlarını çizdiğin, bazı şeyleri içeride, bazılarını da dışarıda bıraktığını sandığın şey değil bahçe. İçinde yaşıyorsun doğru. Bahçe kocaman.

Türküye kaldığım yerden devam edebilecek miyim bilmiyorum. Laleyi, dördüz otunu, çakşırı, karahindibayı görünce umutlanıyorum.

Yorgunum ama bahçe kocaman.

23 Nisan

Toroslar’ın insanı zor coğrafyası depremden sonra pıtrak gibi bitiveren fırsatçılıkla birlikte kenarda köşede gizlenmiş bütün mümkünleri de silip süpürünce bir ok gibi fırladık oradan. Niye bu kadar açgözlüsünüz?

Artık hiçbir yere yerleşemeyecek gibiyim. Yaşayıp da görüp de duyup da bulanmadan, donmadan akmayı beceremediğimden.

Kıraçtan kalkıp otun yeryüzünü neredeyse hiç çıplak bırakmadığı, köklerinin çoğu yerde suyun içinde oynaştığı bir coğrafya geçtim. Karaçamdan meşeye, sümbülden hıdrellez otuna, yemlikten şahtereye atlıyor gözüm. Bu bahçenin yabancısı değilim. Belki bir tek bu bahçenin.

Eldivenleri giyip orağı elime alıyorum. Bahçede dibi görünmeyen otları iteleyip getirdiğim fidelere yer açıyorum. Silifke’deki bahçede de pisi pisi otu var zannediyordum, meğerse yokmuş. Buradakiler iştahlı birer dev gibi.

Zahter, ayaklı şalba (endemik), tatarcı otu, kınalı sütleğen, çalba (endemik) ekiyorum bize evini açan Murat’ın bahçesine. İki kapılı handa beyaz şeftalili bir durak. Bir yandan da Bayramiç’te veya merkeze yakın bir köyde küçük de olsa bir bahçesi olan kiralık bir ev arıyorum. Buradan da duyurmuş olayım. Hem eğer bahçede yer varsa getirdiğim kimi fideler, tohumlar oraya da kurulur belki.

Bu defa çalba ve ayaklı şalba çelikten, kınalı sütleğen tohumdan. Tohumlar gözünü Doğu Akdeniz’de açsa da deli gençlik buraya da ayak uyduracak gibi görünüyor.

28 Nisan

Çıkıp şöyle bir gezinmeye hâl bulamadım. Yani sırf bitkiler için evden çıkmaya. Karakafes otuna, su teresine, tıbbi ısırgana, bahçe tacına, kaçak ketene ve bir engerek otu öbeğine yanaşmadım değil. Hatta sakız murcunu toplayınca bahar bulduğu çatlaklardan içime kadar sızdı. Ama alıp başını bir kelebeğin peşinde kaybolmaya daha var.

Yine ovaya düştüm ya belki de ondandır. Hiç boş bırakılmayan ekim alanlarının sınırlarındaki kimsenin elleşmediği küçücük alanlarda sıkışmış yaban bitkilerinden başka ovanın payına bir şey düşmüyor; ebegümeci, papatyagiller ve turpgillerin kimi üyeleri, hıdrellez otu, buğdaygillerden kimisi, ayrık otu.

Birden bir akyıldız, tıbbi kantaron veya çakşır görünce şaşırıyorum. Terbiyeye alışkın kalabalığın içinde tek ayaklarının üstünde duruyor gibiler.

Kültürden kaçmaya çalışan ketenler ise çizdiğimiz çizgilere göre değil gönlünce serilmiş yeryüzüne.

Şşşşt gördün mü; sarı tacıyla caka satıyor bir yemlik. Bir türlü yağamayan yağmurun bulutları sabahı ancak yemliğe kadar karartabildi. Sonra göğün güneşi açar gibi oldu, benimki çoktan açmıştı bile.

Fillarileri kiremit gibi üst üste binse de tek sıra gibi görünüyor ve tabanda birleşiyor, yapraklar da paralel damarlı, o halde yemliğe bakıyoruz (Tragopogon sp.). Tanıya göre çiçek başının hemen altında çiçek sapı kalınlaşıyorsa at yemliği (Tragopogon dubuis) olmalı. Akdeniz’in yemlikleri hakkında düşünmenin meyvesi bu kestirme yollar. Yalandır arkada kaldıkları.

5 Mayıs

Bu kıssa canavar otuyla bodur kekiğine, kartliyle çalı mürdümüğüne, üçdil otuna ve deli dirfile ait.

9 Mayıs

Burayı anlatacak kelime, bereket. Hayır, hayır bu değil; “verim” daha doğru. Belki de “yatırım.”

Bütün sular bahçeleri sulamak üzere barajlara, göletlere koşulmuş. Doğrusu buraya gelmeden önce yoğun tarım yapılan bir alanda yaşamanın nasıl olabileceği üzerine kabuslar görüyordum. Şimdi o kabuslar bir bir gerçekleşiyor. Yolda giderken bir tarlaya saçılan zehir üzerimize geliyor. Yan bahçeye zehir atılıyor. Akdeniz’i aratmıyor zehiri.

“Zehirsiz olmaz”, “bilmemkim denedi olmadı”, “zehir atmazsan ürün alamazsın” amentüleri iplere dizilip kurutuluyor. Başka bir ihtimalin olabileceğine dair her şeyin kolu kanadı kırık. “Atıyorum en ucuzunu” diyor bir çitçi. “Ne uğraşacağım, bu ot bitmez” Ot zehirinin en ucuzu en pahalısından daha mı zehirlidir acaba?

Denemek zorundayız. Savaş içinde yaşamamak için. Tek eylemimiz öldürmek olmasın diye. Bir bahçe tüm dünyaya eş. Bahçeyi bile…

Gözün alamadığına doğru yürümeliyim yabanı bulmak için. Belki de hiç bulamayacağım derken Menderes Çayı’nın unutulmuş bir kıyısında atıyor kuşların yüreği.

Yukarıya kaydır