Her bahar bir ot yazısı yazmak gelenekten oldu. Bir mi, ikiyi üçü bulduk bence. Geçen sene “Ot toplayabilir miyiz?” diye sormuş, burada yetişen yenilebilir otları zamanla tek tek tanıtacağıma söz vermiştim. Henüz tamamı olmasa bile bir kısmı hakkında yazabildim, yenilebilir otlar da arttı bu arada; 32’yi buldu. Söyleyeceklerim bu yazıda bahsettiklerimden farklı olmayacak ama baharın kuşları kadar gevezelik etmek, bir de Karga Dıdağı’nı göstermek istiyorum.
Ot toplamayı öğrenmenin çeşit çeşit yolu var. İlla bir bahçede yaşamanıza bile gerek yok. Şehrin bittiği yerde otlar başlar. Nerenin onlara kapalı olduğunun farkında, yığılmışlardır sınıra. Hiçbir ordunun bu kadar gönüllü askerleri olmamıştır. Her biri binaları, köprüleri, yolları kökü, dalıyla kavrayıp öğütmek için sırasını bekler. Hatta şehrin içindeki başıboş bırakılmış alanlarda hafife alınmamaları gerektiğini sergilemeyi çok severler. Yerel olarak yaşadığımız yörede yenen otları öğrenmenin en güzel yolu tam bu zamanlar pazarların hevesli bir ziyaretçisi olmak, bulabildiğimiz tüm otlardan azar azar alıp incelemek, özelliklerine vakıf olmaya çalışmak. Dal yapısı nasıl, yaprak biçimi nasıl, üzerinde çiçekleri var mı, yaprakları yapışkan mı, tüylü mü, benekli mi, renkli mi, yapraklar tek bir kökten mi çıkmış, sapları var mı, çok dallı mı? Ezin, koklayın, elinizle ağırlığını, hissini, dokusunu tartın. Satan kişiye adlarını sormak, hemen orada tezgâhı meşgul etmeyecek şekilde ayrı ayrı fotoğraflarını çekip isimleriyle telefon veya fotoğraf makinenize kaydetmek çok işe yarar. Mümkün olabiliyorsa birlikte ot toplamayı teklif edebilirsiniz. Elmas Teyze’ye teklif ettiğim gibi. Hemen ertesi gün aradı gel diye. Ama rüzgâr izin vermedi. İznine tabi olduğumuz bir rüzgârımız var.
Güvenle ot toplayabilmek bir tanıdıklık duygusu gerektirir. Bu da pratiğe bağlıdır. İlkbahar pratik yapabileceğiniz, yenilebilen neredeyse bütün otlarla tanışabileceğiniz tek zaman. Toplayıcıların peşine ne kadar çok takılabilirseniz o kadar iyi. Verilen yerel adını kullanarak genellikle bir bilgiye ulaşmak zordur ama bazen de bu isimler genelde de kullanılan isimlerdir ve işiniz kolaylaşır. Örneğin karga dıdağı olduğunu tahmin ettiğim bitkiye dönelim. Otları satan Elmas Teyze iğnelik demişti adına. İğnelik de beni karga dıdağına gönderdi. İgnelik (Erodium cicutarium) diye daha çok tanınan bilinen otla cinsleri aynı ama türleri farklı. Çiçeğini mor olarak tarif etmişti ve benim tanıdığım bitkinin çiçekleri de mor. Tam bu zamanlar ilk yapraklarını veriyor ve yapraklar pazardan aldıklarıma benziyor. Yine de kendi etrafımdakileri toplamaya başlamayacağım. İlk önce Elmas Teyze’yle buluşup çiçeğini görüp sağlamasını yapacağım, taban yapraklarının fotoğrafını çekeceğim, daha işim çok.
Henüz çiçek açmamış bir otu toplamak için tüm yaşam evrelerine hâkim olmak gerekiyor. Otların hem körpe yapraklarını (çoğunlukla yenen kısmı budur) hem çiçeklerini hem de meyvelerini görmeliyiz ki yanımızda bir Elmas Teyze bulunmadığında cesaretimizi toplayabilelim. En az bir sene boyunca topladığımız otları götürüp rehberlerinize göstermek ve teyit ettirmek pratik yapmak için iyi bir yol olmaz mı? Böyle bir rehberi olanlara ne mutlu. Ben dönüp kitaplara, internete dalıyorum. Daha çetrefilli yollardan geçmek zorunda kalsam da o kadar keyifli ve aynı zamanda zorlu bir yolculuk ki bu, öğrendiklerimi Elmas Teyze’yle paylaşsam ot toplamayı bırakır. İşte bu da işin kitabi yönüne dalmanın cilvesi. Keşfedebildiğimiz her yönüyle bir otu tanımak, şefkati kadar dehşetini de görmek demek. Daha kuşkucu ve temkinli olmayı beraberinde getiriyor işin bu yönü. Bence alaylı olmak daha iyi ama ne yapabilirsin ki tren çoktan kaçtı.
İnternete dalınca dikkatli ilerlemekte fayda var. Kendinizi tuzaklarla dolu bir etabı geçiyormuşsunuz fikrine alıştırabilirsiniz. Diyelim ki şanslısınız ve doğru bilgilere ulaşabildiniz, yine de bir bitkinin fotoğrafını görüp “aaa bu benim bahçemde de yetişiyor” deyip yemeye kalkamazsınız. Son pazar ziyaretinde aldığım bulumbışığın Türkiye’de yetişen 68 farklı türü var örneğin (Ornithogalum sp.). Her bitkinin onlarca hatta bazen yüzlerce akrabası olabilir. Hepsi aynı cinse ve aileye aitler ancak hepsi yenmeyebilir veya yenmez. Otların, bize ve yemeğimizi paylaşacağımız sevdiceklerimizin canına zarar verebilecek kadar güçlü olduğunu unutmak ne mümkün. Onları yiyor olmak saygısızlık edebileceğimiz anlamına gelmemeli.
Yiyebileceklerimizi yerel olarak yenen türlerden seçmek önemli. Ancak örneğin mantarlar söz konusu olduğunda bu bile yeterli olmayabilir. Burada yerel olarak yenen ve bazen de satılan çukur çanak mantarı uzun erimde böbreklere zarar veriyor. Kendi araştırmanızı yapmalı ve onu nasıl yemeniz gerektiğini de öğrenmelisiniz. Kimi bitki saponin içerir ve pişirerek tüketilmesi salık verilir, kimi çiğ tüketilebilir. Bitkinin yenilebilmesinden bağımsız olarak nasıl pişirileceği veya yeneceği çok önemlidir. Sadece sofralarımızdaki çeşitliliğe değil bu çeşitliliğin nasıl değerlendirileceği bilgisine de sırt dönmüş durumdayız bugün. Örneğin asla çiğ yemememiz gereken bitkiler var; yılan yastığı gibi. Zehirli bir bitkidir yılan yastığı (Arum sp.) Ancak çeşitli işlemlerden geçirilerek yenilebilir. Yemeğin de bitkinin de bir adı tırşiktir Adana’da. Sanırım yemeğini yapmayı Adanalılar’a, Kürtler öğretmiştir, tırşik adı da onların armağanıdır. (?)
Başka bir önemli başlık da “adalet”. Her toplayıcı adaletli olmalıdır, gözü tok olmalıdır. Bunlar, hele de açgözlülüğün bu kadar kıymet gördüğü bir dünyada/ülkede üzerinde ince ince çalışmamız, edinmemiz gereken meziyetler. Yapılmışı, hazırı ne yazık ki yok. Bitkilere yaşamlarına devam edebilmeleri için alan bırakmak işin ehli olmanın göstergesidir. Toplanacak otun yoğun olarak yetiştiği alanı kabaca 4 parçaya bölüp ancak bir parçasının bizim hakkımız olduğunu bilerek toplamayacak olan hiç öğrenmese daha iyi. Büyük bitkilerde ise bitki başına aynı hesabı yapabiliriz. Gelincikten igneliğe bu kural kraliçemiz olsun. Ancak soğanlı, yumrulu bitkilere karşı kotamızı daha da düşürmemiz gerek. Onların toprak üzerindeki ömürleri kısa sürer, diğer bitkiler kadar çok tohum yapmaz ve çabuk üreyemeyebilirler. Bu bitkiler söz konusu olduğunda en ideali yetiştiriciliğini yapmak veya yerlerine başka bir ot koymak olabilir. Ki o kadar bol ki baharın otları, biri eksik olsa ruhumuz bile duymaz. Bir de tabii nasıl toplayacağımız bilgisi var heybemize katmamız gereken. Bitkinin neresini toplayacağız? Temel olarak toprak üstünden kesilir taze ilk yapraklar, ama bazen öbeklerin ortasındaki yaprakları alırız, bazen çalının ucundaki taze filizleri, ağacın başındaki tazecikleri sonra.
İtiraf ediyorum bahçemdeki otlara kıyamıyorum. Bugün baktım da hiç pazara gerek yok oysa. Henüz ele gelmiyorlar falan, bunlar bahane. İçimdeki kuş tutturuyor çiçeğini görelim, çiçeğini görelim diye, ya küserse, ya giderse, ya biterse diye. Korkak kuş. Bir tek ektiklerime elim gidiyor. Onu susturabilsem, bugünün yemeğini şunlarla kurabilirdim; teke sakalı, yemlik, gelincik, ısırgan, eser miktarda yabani bakla, ekşi kulak, mavi hindiba, iğnelik, adi çayır düğmesi, gıvışgan, yabani bezelye sürgünleri. Yani neredeyse tastamam kıraç menüsü tabağımda. Ama hiç böyle olmuyor. Bugün iki tane gelincik kopardım diye kara kara düşünmekteyim. Hadi kuş otu neyse, o tam bir yayılgan. İki kök gelinciğin çiçeğinden mahrum kalmaksa dert. Başka bahçeye gittiğimde ise değmeyin keyfime. İnekler gibi yayılıyorum. Emek ettiğini kayırıyor insan. Daha yeni yeni toparlanmaya başladı bizim kıraç bahçe, “burada ot bitmez” denilen yerde ot biter oldu, iltimasım ondan.
Bahçedeki yenilebilir otların küçük bir bölümüyle ilgili kısa ve yarım kalan bir video çektim. Meğerse kameranın şarjı bitmiş. Sadece bitkilerde değil çekimlerde, fotoğraflarda, hayatta acemisin Yazı Yaban. Hatta acemi ya soyadın ya da sıfatın olsun. Bir tek şarj değil ki konu, hava buzzzz gibi. Buraya yağmasa da bir yerlere kar yağdığı kesin, yüzümüze soğuğu vuruyor. İçimdeki güneş parıldıyor oysa.
Diyecektim ki bu videolar ancak genel bir izlenim verebilir. Daha iyisi blogdaki fotoğraflar, yazılar, ayrıntılı bilgiler. Ondan da iyisi bitkilere çıkacak yollara düşmek.