Kızılçam ormanlarını suçlu ilan etmeye yönelik bir eğilim oluşmuşmuş. Kesip meyve ağaçları dikelim, diyenler varmışmış. Suçlunun kim olduğu konusunda her zaman bir fikrimiz var. Ölümcül fikirlerimiz hatta. Suriyeliler suçlu, Afganlar suçlu, Kürtler suçlu, Kızılçam suçlu. Bir biz değiliz.
Kafamız karışık. Özellikle beslenen bir karışıklık bu. Açıklama, bilgilendirme yapılmadığı için büyüyüp linçe, yok etmeye yönelen bir tutum alış içine giriliyor hemencecik. Dün bahçesinden domates topladığım bir çiftçi jandarmadan içme sularının zehirlendiğine dair bir mesaj geldiğini söylüyordu. Öte yanda domateslerini zehirliyordu. Aslı da yoktur büyük ihtimal. Ama kime ne soracaksın. Soruya yer yok, kesin cevaplar var. Düşmanlığa, nefrete, suçlu ilan etmeye yatkınlık veya çanak tutmak bir çığ gibi büyüyor. Bu çığın altında hepimiz kalırız.
Bir Kızılçam ormanı içinde yaşıyorum. Bu bölgenin doğal bitki örtüsünün ögelerinden biri Kızılçam olmakla birlikte 7 sene önce kesim ve tohumlama yapıldı. Ve kesimden sonra sadece Kızılçam tohumları saçıldı. Yaşadığım kuşağın bitki örtüsünde başka ağaç ve çalılar da olmasına rağmen sadece Kızılçam ekilmesinin sebebi, ormanları kereste deposu olarak gören bir zihniyetin varlığı. Daha önce tohumlanan alanlarda ise ara kesimler hız kesmeden devam ediyor. Diyebilirim ki kesim olmayan tek bir sene bile geçirmedim. Genç ormanda çamların seyrettilmesi budama yapılması, yolların temizlenmesi işi de savsaklanıyor. Çünkü yeterli kadro ve bütçe ayrılmıyor. Oysa dün burada birçok yangından zarar görmeden kurtulabilecek 80-100 yaşında çamlar yaşıyordu. İklim krizi sebebiyle sıkça yaşanan/yaşanacak sıcak hava dalgalarında ormanlar daha da kırılganlaşacak. 7 senelik hikayenin bir de evveliyatı, bugünü var. Tapulu kesimler, yapılaşma, aşırı otlatma gibi mesela. Yandığına üzüleceğimiz fazla orman kalmadı. Buraya gelene kadar ne oldu? Ormanları iç etmişiz, ediyoruz. Yok etmek yasal, yaşatmak yasak. Öldürdüğünü bilmeyen katiller, çaldığını bilmeyen hırsızlar gibiyiz. Aynaya bir baksak suçluyu enseleyeceğiz.