Bahçede güneş bol. Eğer binalarla örtülmediyse şehirde de evin güneş alan bir cephesi bulunur. Pembe patlıcan güneşte pişer öyle girer tavaya, tencereye. Sabahtan küp küp doğranır, bir tepsiye serilir, üzerine vuran güneş ışıkları çekilir çekilmez içeriye alınır ve yemeğin malzemeleri hazır edilmeye başlanır. Hepi topu bir gün gördüğü güneş patlıcanın tadını nasıl bu kadar değiştirebilir der, şaşarsınız, ama işte öyledir. Sadece pembe patlıcanı değil, tüm patlıcan çeşitlerini güneşlendirerek yemek yapabilirsiniz.
Hele de güneşlendirdiğiniz Antakya’nın pembe patlıcanıysa. Tohumunu yıllardır bostanını ekip biçen teyzeniz gönderdiyse. Üstüne de “pembe patlıcan” değil, “badılcan” yazdıysa. Patlıcana badılcan denir ve zaten pembedir. Ne olacaktı ki? Tohumu ektiğiniz toprağı bile neredeyse ellerinizle yaptıysanız. O pembeye çalarken gözünüzün önünden tüm diyarların kendi lezzetindeki, kendi kıvamındaki ama bir türlü kendi hâline bırakılmayan varlıkları geçtiyse. Öyle çözüldüyse içinizdeki hayat düğümü.
Patlıcanın suyu güneş vurdukça uçar ve pişerken, boşalan iliklerine pembe domatesin, soğanın, sarımsağın suyu girer. Kardeşliğin eksikli tarifi budur.