kışı beklerken

Uzunca bir süredir iklim konusunda bir alarm durumu içinde yaşıyorum. En ufak beklenmedik hava olayı – şu anda bir türlü gelemeyen kış- panik içinde devinmeme sebep oluyor. Sanki bir ağacın dalından meyveyi son kez koparıyorum, bir otun yapraklarını son elime alışım bu. Bunda Açık Radyo’nun payı büyük. Sabahları açılıyor bizim evde. Hem de kahvaltımızı yaparken. Bana kalırsa kuş seslerini dinlemeyi tercih ederim. Ama bu konuda hemfikir olamadığım bir sevgili var. Ve Ömer Madra’nın sesiyle başlıyor “Antroposen çağı” İçimde dallar kırılıyor, incecik köklerimi katır kutur yiyor Mayıs böcekleri. Oldurmaya, yapmaya çalıştığımız şeylere yüklediğimiz her anlam, ekmek kırıntıları gibi yerde buluyor kendini.

Benim bir ailem var diyorum oysa. Herkes kendi ailesini seçebilir. Bu aile hikaye anlatan ve dinleyendi. Eken ve biçendi. Kuran ve kurduğunu neşeyle paylaşandı. Başka miraslar yaratan veya talihsiz bir ortamda gözlerini açtıysa mirası reddedendi. Antroposenle her insan, her deneyim, kötücül bir katara diziliveriyor. Her tür “insani” etkinliğin suçlulaştırıldığı bir çağ. Diziye girmekten kaçmak mümkün değil. Kötülüğün bir başı ve kaçınamayacağımız bir sonu oluyor böylece, insanla başlayan, insanla biten. Başka başka toplulukların, başka başka bir arada oluşların, insan dışı tüm canlılığın kötü kaderini değiştirmek devletlere ve şirketlere kalıyor. Eğer bu kötü kaderi değiştirme gücü devletlerin ve şirketlerin elindeyse neden hep beraber bir “antroposen” çağında yaşadığımız varsayılıyor ki? Güç her zaman böyle mi bölüşülmüş? Biz yani “insanlık” diye adlandırılan küme bu gücü denetlemek, engellemek, baskılamak için varız ve bunu yapamadığımızda itiraz eden sözlerimiz, seslerimiz yeterince güçlü çıkmadığında Antroposen çağının hem failleri -etkili olamadıysan bu kimin suçu?- hem mağdurları oluyoruz. Tanımı özetle şu “insanın doğa üzerinde etkili olduğu çağ” Bırakalım bence çağ tanımlarını bu etkinin niteliğini belirleyen dönemleri konuşalım; “Neoliberalizm” gibi. Bu tanımdan yola çıktığımızda, sistemin dışında kalan toplulukları varsaymamız hala mümkün olabiliyor , etkinliklerinin niteliği doğaya zarar vermeyen, vermemiş insan topluluklarına, insanlara iade-i itibar yapılmış oluyor ve de kötülük insanın kötücül doğasıyla ilgili değil, yok ederek var olabilen bir sistemle, bu sisteme ayak uyduruşumuzla ilgili oluyor. Bilgisayarlarımızdaki işletim sistemleri gibi düşünebiliriz bunu. Windows kullanmakla özgür yazılım kullanmak arasındaki fark gibi. İkisini de kullanan milyonlarca insan var.

Bu dağda bir kuş nasıl yaşıyorsa öyle yaşayan insanlar var, antroposen. Hiç çöp çıkarmıyorlar mesela, hala haber değeri varsa. Eve plastik poşet girmiyor mu? Girmese de olur gibi giriyor ve dipleri delinince ocağın ateşinde alıyorlar soluğu. Benden ambalaj istemeye geldiklerinde utanıyorum. Biz de ambalaj çok. Gelen ambalajıyla geliyor. Yaksak mı, atsak mı bilemiyoruz. Biriktirmekte bulduk çözümü. Plastik yiyen bakterilerle karşılaşmayı umuyorum. Çabucak yerler mi acep, yer kalmadı çünkü.

Açık radyo programlarında -yanlış olmasın- Ömer Madra’nın ağzından “neoliberalizm” tanımı da duydum. Ama sabah haberleri öyle mi ya, sabah haberlerini antroposen çağından bildiriyor.

Neyse ki bir çağ seçebilenlerimiz bile var.

Bir kış etkinliği

Domuz eriği (Prunus divaricata) ekmek.

Her çağda karşılaştığımız hayvanlardan biri domuz. Ağaç ismiyle müsemma ise domuz seviyor olmalı bu ağacın meyvelerini. Bahçeye ekebileceğimiz yaban eriklerinden. Diğerleri Prunus domestica (Yaban eriği) ve Prunus spinosa (Çakal eriği, gövem, mamık). Sonbaharda toplanan meyvelerden tohumlar çıkarılır. Ekimden önce 5 gün küllü suda bekletilir. Ve sonbahar sonu, erken kış aylarında ekilir.

*

Küllü suda bekletme gibi ön işlemler yapmadan ekmeyi deniyorum önce. Sonbaharda ektiğim domuz erikleri 10 Nisan’da göründü. (Nisan 2019)

Not: Prunus divaricata diyorum ama ağacın ayrıntılı fotoğraflarını henüz çekemediğim için emin değilim. Ancak yaban hayvanlarından başka taliplisi olmayan bir yaban eriği türü diyebilirim.

Yukarıya kaydır