Anlamsız kuş fotoğrafçılığında bugün. Taşucu ilçesi sınırlarında yer alan Akgöl lagününe yol düşürdük. Ramsar alanı olan lagünü değerli kılan, diğer birçok şeyle birlikte özellikle su kuşlarının patikası olması. Onlar duble yollar yapmıyor.
Bu bir kuş gözlem istasyonuna ilk çıkışım. Önümde uzanan lagün gözlerimin çerçevesine sığmadı. Öylesine uçsuz bucaksız. Göz dikilebilir, ıslah edilebilir değil. Şehir gelip kumullara sırtını dayanmış ama taban suyu seviyesi o kadar yüksek ki daha ileri gitmeye cesaret edemiyor. Yine de yerini bilmiyor. Hamleler yapmış biraz daha çalmak için lagünden. 2. derece doğal sit alanı içinde çeltik tarlaları, kanallar, asfalt yollar, ufak barakalar, birazcık sudan yakasını kurtarmış yerlerde çilek tarlaları, hatta toprak taşıyıp zemini yükselterek, drenaj kanalları açarak meyve bahçeleri, muz seraları bile yapılmış. Ağaçlar hendeklere biriken suya razı görünmüyor. En verimli ova topraklarına binalar yapılırken lagün ve çevresinde tarım yapabilmek için gösterilen inatla dalga geçiyor su.
Korunmuş, kollanmış, ilgi -aslında “dikkat” demek istiyorum- gösterilmiş bir lagünden bahsedebilmek isterdim. Dikkat, ilgiden daha uyanık bir kelime. Bir alarm durumu barındırıyor. İlgi daha geniş zamana yayılmış bir dikkat gösterme biçimi. Hatta dikkatsizliği bile hoş görebilir görünüyor. Karanlık Kız’ı izlediniz mi? Filmde Simone Weil’e ait olduğu söylenen bir cümle geçiyor; “Dikkat, cömertliğin en nadide ve en saf şeklidir.” Filmden hatta filmin uyarlandığı kitaptan bağımsız olarak söz ayağa kalkıp içime yerleşti.
Gözlem istasyonuna giden yol boyunca domuz ve kuş ayak izlerine kan izleri de eşlik etti. Burnundan soluyarak kaçan bir hayvanın kanı olmalı. 300 dendi de abartıdır diye düşündüm, o kadar büyükmüş domuz sürüleri. Dağda bile bulamazmışsın bu kadar irisini. Çeltikçiler tarlalarının sınırlarına çektikleri elektrikli tellerle domuz sürülerini uzaklaştırmaya çalışıyormuş.
– İşe yarıyor mu?
– Voltajı artırıyorlar. Domuz kanaldan çıkıp ıslak ıslak değiyor tele. Yarıyor o zaman.
Ne fidemizle, ne tohumumuzla, ne binamızla, ne meyve ağacımızla ne de barakamızla giremeyeceğimiz alanlar olmalı. İnsana bir sınır. Bir lagün için pirinç tarımından vazgeçebilmeliyiz diyeceğim ama o da değil. Araziler tarım için değil yatırımlık olarak alınıp satılıyormuş burada. Nükleer santral bitip de daha fazla konuta ihtiyaç oldukça gördüğümüz yerler hep site olacakmış. Bu yazının sonunu şöyle bağladığımı düşünün; “yatırımlık arazi arayanlara duyurulur.” İşler böyle yürüyor.