Yürürken bir taşa çarptım, taş yerinden sıçradı, altından ne elmas çıktı ne altın, bir çıyan çıktı gönlüme göre. Sağa döndü, sola döndü; uykusundan zamansız uyandırılmış olmanın huysuzluğuyla, içine girebileceği bir karanlık aradı. Ne onun yediklerinde gözüm ne de yuvasını bozmak derdim ama bazen bir çıyana kıyasla dev oluşumuz yuvaları bozuyor. Çıyanın kısmetine düşen dev de ben oluyorum.
Dünya, bir ayının adımlarına olduğu kadar bir insanın adımlarına göre… Çıyanın ağzına olduğu kadar, insanın ağzına göre de… Domuz sürüleri değil bir taşı kaldırmak yürüdüğü yol üzerindeki bütün taşları yerinden ediyor. Her gün dağın yüzünü yeniden ve yeniden biçimlendiriyorlar. Çimlenecek tohumları yiyorlar, soğanlı bitkileri kökleyip çıkarıyorlar, mantarları göbekleri dolusunca, hele bir bulsunlar. Ama onların koca ağızlarındaki artış, insan soyunun dünyayı biçimleyen değil, yok eden, bozan mirasıdır aynı zamanda. Külçe gibi bir mirasla baş başa kalıp kötü bir deve dönüşecekken bülbülü duyuyorum. Her dalın bülbülü farklı. Çıyan da karanlığını buluyor ve gözden kayboluyor.
“Bir taşı kaldırdım altından başka bir dünya çıktı” anlarında aklıma üşüşen bir dolu şeyden biri de; Jittijitti. Aborjinler’in kutsal zamanları olarak kabul edilen Düş zamanı’nda geçen bir masal. Aborjin Masalları’nı çeviren Gülsima Eryılmaz, Düş zamanı’nı şöyle anlatıyor; “Düş zamanı Aborjin dilinde Yamminga, Dhoogoorr ya da Nyitting zamanları olarak kullanılır. (…) Aborjinlerin zaman anlayışı, modern uygarlığın linear zaman anlayışından çok farklıdır. Bazı Aborjin yerlileri yaradılış zamanını ‘Düşleme’ olarak nitelendirirler. (…) Her insanın gerçekte ebediyen ‘Düşleme’de var olduğuna inanırlar. Varlığın bu sonsuz kısmı, bireylerin anne aracılığıyla hayata gelmesinden önce de ‘Düşleme’de vardır, ölümden sonra da var olmaya devam edecektir.”
İnanışa göre Düş zamanları’nda ölümsüz olan insanlar, yaptıkları hatalar yüzünden ölüme mahkûm edilmiş. Tek tanrılı dinlerin cennetten kovulma hikâyelerine benzer olan bu motif, daha duru mesajlar taşıyor yine de. Öte yandan, farklı örgütlenmelere sahip olsa da, insan topluluklarının, düşlerinin, korkularının, hayallerinin tükenmez olandan beslenip iç içe geçtiğini ve değişmiş kılıklarla aynı hikâyeyi ne çok dinlediğimizi hatırlatıyor. Uygarlığın hâkim ve zalim hikâyesine katılmış halkların masalları, bu masallar içinde en duru su belki de.
Hakkın olmayan bir yere yerleşerek bir canlının yuvasını bozduğunda veya başka bir demeyle gücünü hakkın olmayan bir şeyi elde etmek için kullandığında ne olur? Suda karşılaştığımız hayaletler bize bunu anlatıyor. Eğer derine dalarsak, eğer… Joseph Campbell, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu’nda “derinliklere dalış son bulur”, diyor; kavrayışımızın, varoluşun ışığını yansıtan yüzeylere takılıp kaldığından yakınarak.*
Öyledir ama kuşa inanmak istiyorum.
Jittijitti ve Yungar **
(Kuyruksallayan** ve Kabile İnsanları)
Çok eskiden Dhoogoorr (Düş zamanı) zamanlarında deniz yokmuş; sadece su birikintileri ve bataklıklar varmış. Kuyruksallayan Jittijitti güzel, sulak bir yerde yaşıyormuş ve orada yemek için bir sürü güzel şey bulabiliyormuş; meyveler, tatlı su balıkları, kökler ve tatlı bal. Bir gün, kuzeye uzun bir yolculuğa çıkmış. Evinden çok uzaklara gitmiş. Uzun süre geri dönmemiş ve o uzaktayken, bir grup yungar (kabile insanları), Jittijitti’nin olduğunu bildikleri hâlde gelip onun topraklarına yerleşmişler. Kendilerine barınaklar kurup ateş yakmışlar. Jittijitti’nin güzel yiyeceklerini, meyvelerini, tatlı su balıklarını, köklerini ve tatlı balını yiyerek semizleşmişler ve güçlü olmuşlar.
Bir gün bu yabancılar kuzeye bakmış ve Jittijitti’nin güneye doğru geri gelmekte olduğunu görmüşler.
“Kalleepgur (bu topraklarda hakkıyla ocağını ve barınağını kuran) geri geliyor” demişler.
Bunun üzerine yabancılar, Jittijitti kendi yerine geri döndüğünde onu yatıştırmak için gidip güzel balıklar tutmuş, pişirmiş ve bunları Jittijitti’ye sunmuşlar. Ama Jittijitti bu kabile insanlarına ona sormadan kendi topraklarına gelip yerleştikleri ve sanki kendi topraklarıymış gibi kullandıkları için o kadar kızgınmış ki pişirdikleri balıklara elini bile sürmemiş. Onlarla konuşmamış ve balıkların tutulduğu su birikintisine gitmiş. Orada büyük zıpkınını almış eline ve su birikintisinin tam ortasına, en dibe çakmış. Sonra suyu çepeçevre sıçratmış. Jittijitti sıçrattıkça sular giderek yükselmiş ve sonunda bütün toprakları kaplayıp onun topraklarına tecavüz eden bütün kabile üyelerini boğmuş. Sonra Jittijitti’nin iyi bir arkadaşı olan Yılan Woggal toprak altından çıkıp iri gövdesiyle toprakta oyuklar açmış. Jittijitti’nin mızrağıyla sıçrattığı bütün sular bu oyuklara dökülmüş ve onları doldurmuş. İşte ırmaklar ve dereler böyle oluşmuş. Irmaklar ve dereler gürül gürül çağlayan suları yerin en ucuna taşımış ve burada sular deniz olmuş.
İşte deniz böyle oluşmuş.
* Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, Joseph Campbell, çev. Sabri Gürses, Kabalcı Yayıncılık, 2013.
** Aborjin Masalları, Daisy Bates, Çeviri: Gülsima Eryılmaz, Su Yayınları, 2011.
Kitapta açıklaması verilmemiş ama “Kuyruksallayan” bir kuş türü (Motacilla sp.) Bir dağ kuyruksallayanının (Motacilla cinerea) sesini duymak isterseniz; https://www.xeno-canto.org/453323