bahçenin gerçeği

Kıra yerleşmeye karar verdiğimizde ilk durağımız Ege’ydi. Orada hem bostan bitkilerini tanıdım, onları nasıl ekeceğimi, nasıl dereceğimi öğrendim hem de yabani besin bitkileriyle tanışma şansım oldu. Köylü pazarları dibi görünmeyen bir ot zenginliğine ev sahipliği yapıyordu baharları. Bir yandan onların tadına bakıyor, yemesini, pişirmesini öğreniyor, bir yandan da çıraklık edebileceğim bir toplayıcı arıyordum. Biraz karabaş otu, kekik, mercanköşk, tilkişen, acı filiz, gömeç, melki mantarı, kuzu göbeği derken 1 senede gıdamın küçük bir kısmını yabandan temin etmeye başlamış buldum kendimi. Ama yoğun bostan, bahçe işleri daha fazlasını yapmama izin vermiyordu. Zaten 4 sene sonunda da buradaki maceraya son verip Akdeniz’e taşınmaya karar vermiştik.

Silifke’de adı olmayan bir dağın “Çaltıbozkır” köyüne mitili attık. Yerleştiğimizde mevsim bahardı. Dağlar, arılar, kelebekler, insanlar uyanıyordu. Emektar sarı belamızla ovadan dağa doğru tırmanarak eşyalarımızı taşırken dinlenmek için verdiğimiz molalarda gördüğüm bitkilerin fotoğrafını çekmeye başlamıştım bile; fitili ateşleyen beş bitki. Biri daha önce hiç çiçekli hâline rastlamadığım geçit vermez dikenli bir çalıydı; abdestbozan (Sarcopoterium spinosum) Ne olabilirdi ki? İlk ilmek atıldı böylece. Yaz sonu tekrar gördüğümde aynı bitki olduğuna inanmakta zorlanmıştım, bu defa çok tanıdık gelmişti, tanıdıktı da.

Abdestbozan (Sarcopoterium spinosum

İkinci bitkiyi ilk defa görüyordum, ne garip bir şeydi bu böyle; karga topalağı (Aristolochia krausei). Görmemiş olmam doğaldı, sonradan öğrenecektim ki karşıma çıkan bu bitki bir İçel endemiğiymiş.

Karga topalağı (Aristolochia krausei)
Morbaş (Muscari comosum)

3. bitki bana biraz yanımdakilere hava atma imkânı vermişti; “bakın dedim bu çok güzel bir sümbül türü”, “Nedir” dediler; morbaş, arap sümbülü (Muscari comosum) diye cevapladım kendimden emin. Kaz Dağı’na yaptığımız geziler sırasında rastlayıp fotoğraflamış malum arama motorunun görsel arama özelliğini kullanarak adını öğrenmiştim. Bu karşılaşma ayaküstü bir güven verdi bana. Bu güveni hemen değerlendirmeyecektim ama demek ki bir bitkiyi tutup, adını söyleyebilmek güzel bir şeymiş dedim; bir dostunu tanıştırır gibi.*

Diğer ikisi yabani bezelye (Pisum sativum) ve çoban zurnası (Valeriana dioscoridis) imiş. Yabani bezelyeyi görünce tanıdım mı bilmiyorum, şu an asırlardır tanışız gibi geliyor. Çoban zurnasını ise elbette tanımıyordum. Her tarafı tarım alanları ile çevrili kırlarda yaşamıştım o güne kadar, çoban zurnası oralarda da yetişirdi belki, tarlalar en az yılda 4 defa sürülmese.

Sonraki 1 sene bahçede yetişen bitkileri görmek, şaşırmak, sevinmekle geçti. İyi kötü araziyi telle çevirmiştik ve artık keçiler giremez olmuştu. Böylece bir sürü yaban bitkisi sevinçle gösterdi yüzünü. Henüz hepsinin adı “şu”ydu. Getirdiğimiz saksıda bekleşen bitkileri ve biriktirdiğimiz tohumların çok az bir kısmını yer uygun mu diye bakmadan ektik ve unuttuk. Sonra barınak işlerine daldık. Sonra çok çok çok yorulduk ve daha fazla yorulmama kararı aldık. Böylece bana gün doğdu. Zaten biraz ondan biraz bundan bahçedeki bitkileri tanımaya, anlamaya, öğrenmeye çalışıyordum.

Bir gün bu molalardan birinde şöyle uzağa, ufka doğru yürümeye başladım. Yanıma fotoğraf makinemi de almıştım, her zaman yaptığım bir şey değildi bu ama belki mantar bulurum diyordum. Bu bölgenin bir adı da “Taşeli”. Düz yürümek diye bir şey yok, kayaları aşmak, atlamak, yukarı tırmanmak var. Bir kayanın düzünden aşağı doğru inmeye başlamıştık ki onu gördüm.

Phlomis leucophracta (Çalba)

Tohumlar dökülmüş, dallar kurumuş, bitki henüz uyanmamış ama her yaprağın kenarında beyaz bir çerçeve var. Çok güzel göründü gözüme, belki ne olduğunu bulabilirim diye fotoğraflarını çektim. Sosyal medyada ‘Flora’ adlı gruba sordum. “Phlomis leucophracta endemik bir tür. TÜBİVES sitesinde yaşadığım bölgede yetiştiği belirtiliyor. Mersin/Silifke. Yine de emin olamadım, çektiğim fotoğrafları ekliyorum. Bilgisi olan varsa paylaşırsa sevinirim.”

Bana türün fotoğraflarının ve tanı anahtarının olduğu bir adres verildi. Açıp fotoğraflara ve tanıya baktım, benim gördüğüm bitkiye benzemiyordu, tekrar sordum;

– O zaman ben türü yanlış mı tespit ettim? Linkteki ilk fotoğraf dışında bitkinin yapraklarının beyaz bir çerçevesi yok görünüyor. Veya benim gördüğüm bitkideki kadar belirgin değiller.

Sonra yaprakları benzeterek tanıya gidemeyeceğime dair bir uyarı geldi.

Flora; “Türkiye Bitkileri” adı verilen projeyi yürüten grubun sosyal medya sayfası. Çeşitli kaynaklarda haberlerine denk gelmiş, sayfayı da böyle bulmuştum. Projenin amatör ve uzmanlarca hayata geçirildiğinden bahsedilmesi ilgimi çekmişti. Grupta bitkinin fotoğraflarını paylaştığınızda, uzmanlar, eğer fotoğraflar bitkiyi tanımak için yeterliyse cevap veriyor, yeni bir bitki türüyse üzerinde çalışma yapıyor veya daha önce sitede yayınlanmamış bir türse isminizle birlikte fotoğraflarınızı yayınlıyorlar. Akademisyenlerin ürettiği bilgiler özel bir çaba harcanmadığı sürece genelde üniversite duvarlarını aşamaz. Bu bilgilerden yararlananlar da o duvarların içinde olanlardır. Öğrenciler, lisans üstü çalışmaları yürütenler, yolu üniversiteye düşmüş araştırmacılar vb. Dolayısıyla amatörlerin anıldığı, desteklendiği bir proje ilgiyi hak ediyordu.

“Bir bitki sadece yapraklarına bakılarak tanınamaz”, tamam. Peki nasıl tanınır? Onlarla çevriliydim ve her birini adıyla, sanıyla tanımak istiyordum. Her ne kadar proje amatörlere yer açıyor olsa da bunu hiç dert etmeyen botaniğin dili ve dünyası o kadar uzmancaydı ki. Tıpkı mühendisliğin, tıbbın dili gibi. Örneğin doktorların da olduğu bir grupta kalbinizle ilgili bir gözlemi dile getirmeye niyet ettiğinizi düşünsenize? Sorma cesaretini göstermiş olmam bitkiler üzerine düşünme cesaretini de armağan etti bana. Dünyayı böyle görüyorum, düşünme, dünyayı aracısız tanıma, bilme hakkımız gasp edilmiş durumda. Bilginin dışavurumu nadiren aramıza aşmamız gereken duvarlar örmüyor. Paylaşılmak üzere sunuluyormuş gibi görünüyor ama genelde yaptığı ehliyetimiz olmadan dünyayı tanıyamayacağımızı bize yeniden ve yeniden hatırlatmak. O vakit dedim, bitkileri tanımayı öğrenmeli ve öğrendiklerimi sistematik olmayan bir bilme, anlama diliyle paylaşmalıyım. Çünkü kanaatimce bir bitkiyi tanıyabilmem için önüme serilmiş olan dilin bu kadar aşılmaz olmasının ilk düğümü “sistematik” düşüncenin bütün başka bilme, anlama, düşünme biçimlerini kapı dışarı etmiş olmasıyla ilgili. İçinde yaşadığımız dünya için pratik ve işlevsel olabilir, hatta bu düşünme biçiminin ördüğü bir ağın içinde yaşıyoruz ama duvarın ilk tuğlası aynı zamanda. Bu yüzden bir bitkiyi gördüğümde veya yabandaki deneyimlerimden, yabanın biçim vermesine müsaade etmeye çalıştığım düşüncelerimden bahsederken eğitim görmüş, gördüğünü çekmecelerde istiflemeye alışmış yanımı mümkün olduğunca susturmaya çalışıyorum. Bitkiyi, hayvanı, taşı bir birlikte oluş diliyle kavramaya gayret ediyorum, yapabildiğim kadar.

Oysa ilk “botanikçiler” sıradan insanlardı; yabanıllar, kabile üyeleri, çiftçiler. Yabanıllar için bitkileri tanımak sadece bir uğraş değil zorunluluktu, çünkü yaşamları buna bağlıydı. Sonrasında ise neredeyse endüstrileşme dönemine kadar tarım, ürün fazlası yaratmayan geçimlik bir uğraştı ve toplayıcılıkla birlikte yürütülüyordu. Kır kökenli insanlar temel bir bitki bilgisinin taşıyıcısıydılar. Dolayısıyla bitkileri tanıma maceramda biraz da hatta belki çokça bu mirasla ilişki kurabilme isteği de var. Bu yazının kapsamını aşacak birçok sebep yüzünden kopmuş/koparılmış bir ilişkiyi onarma isteği. Bunu da en iyi uzmanı olmadığım bir konuda sorular sorma, düşünebilme ve hata yapmaktan korkmama cesaretini sergileyerek yapabileceğimi düşündüm. Bitkilerin peşine taktığım kelimeler yeterli araçlar değiller veya ben onları iyi kullanamıyorum, bu yüzden bazen bir bilirkişi olarak görülmekten yakamı kurtaramıyorum. Oysa döne döne ve çeşitli biçimlerde söylediğim şey şu; öğrenciyim, üstelik çok yavaş öğrenen bir öğrenciyim çünkü bu uğraşımın yanında sürdürmeye çabaladığım ve başka uğraşların da içinde olmamı gerektiren bir hayatım var. Hepimiz gibi. Ama çiçekleri öğrenmek o kadar güzel ki.

Çiçekleri öğrenmek

Yürüyorsunuz, mevsim bahar, nasıl deli bir uyanışla şakıyor dünya. Rüzgarla birlikte salınan otlar, çalılar, ağaçlar, burnunuza bin bir kokuyu harman edip katıyor. Bir an için domatesi, patlıcanı, elmayı, alıcı sofranıza getiren çiftçiler, aracılar, kargolar, marketler zincirinin henüz kurulmadığını hem gıdanızı hem şifanızı doğadan dermek zorunda olduğunuzu düşünün. Nereden başlardınız işe? Belki ilk önce zehirli olanlarla olmayanları ayırt etmeniz gerekirdi. Sonra bitkileri daha kolay tanıyabilmek ve bu bilgiyi arkadaşlarınızla da paylaşabilmek için onları gruplamaya çalışırdınız. Aslında başladık bile, az önce tıpkı Theophrastus gibi bitkileri üç gruba ayırdık;

  1. Otlar
  2. Çalılar
  3. Ağaçlar

Ormanda yürürken kırmızı bir yemiş gördüğümüzde ağzımıza atmadan önce ne olduğunu bilmek istiyorsak bizden önce üretilen bilgilere başvurmamız gerekecektir. Bu bilgileri anlamak, yorumlamak, kullanabilmek için bitkilerin nasıl sınıflandırıldığını, isimlendirildiğini, tanımlandığını anlamaya çalışmalıyız. Çünkü isim anahtardır.

Özetleyecek olursak tarih boyunca bitkiler şu özelliklerine göre sınıflandırıldı;

  • Bitkinin yetiştiği ortam özelliklerine göre
  • Bitkileri tanımayı kolaylaştırmak üzere yapılan yapay sınıflandırmalarla
  • Yapı ve biçimlerine göre
  • Evrimsel soy ilişkisine göre
  • Genetik biliminin gelişmesiyle edinilen yeni bilgilere göre

Sınıflandırma çalışmaları bitmiş değil. Bilimsel uzmanlaşma ve yeni teknolojiler bu alana biçim vermeye devam ediyor. Tüm bu çabaların bize öğretebileceği; bitkileri tanımanın yolunun her hâlükârda benzerlikleri, farklılıkları görebilmekten geçtiğini göstermesidir. Örneğin iğne yapraklı ağaçlar (ibreliler) diyebildiğimizde, ne olduğu anlamaya çalıştığımız ağaçla ilgili araştırma başlıklarımızı daraltmış ve işimizi kolaylaştırabilmiş oluruz.

Sınıflandırmada temel alınan ilk birim türlerdir. Birbirlerine her açıdan çok benzeyen ve kendi aralarında çiftleştiklerinde yeni döller verebilen fertler topluluğuna tür denir. (Ancak iki farklı tür de birbiriyle çiftleşebilir. ) Türler birbirleriyle karşılaştırılarak bir cins altında, cinsler aileler altında toplanır ve zincirin başka halkaları da vardır.

Bugün kullandığımız birçok bilimsel bitki ve hayvan adını Carl von Linné’e borçluyuz. İsveçli hekim, botanikçi ve zoolog Linné 1735’te yayınlanan Systema Naturea’sında (Doğanın Sistematiği) ve onu takip eden tekrar basımlarda, “Genera Plantarum”, “Species Plantarum” adlı çalışmalarında bitkilere ve hayvanlara isimler verdi. İsimlendirdiği bitki sayısı yaklaşık 7.700, hayvan türlerinin sayısı ise 4.400 kadardı. Bir cins ve tür adından oluşan, ikili adlandırma olarak bilinen bu sistem aslında Linné’den 200 yıl önce Gaspard ve Johann Bauhin kardeşler tarafından kısmen geliştirilmiş, onlardan da önce Asya ve Amerikalı yerliler tarafından kullanılmış olsa da, Linné kitaplarında bu yöntemi sistematik olarak kullanan ve popülerleştiren ilk kişi olmuştu. Bu isimlendirmeler bitkinin yetiştiği coğrafyaya, özelliklerine göre, kimi zaman da insanların adlarına ithafen verilmişti. Örneğin Linné bitkilerin üreme organlarına dayalı sınıflandırma sistemini ağır bir biçimde eleştiren Johann Siegesbeck’in adını çirkin gördüğü bir bitkiye verir; Sigesbeckia (Sarıteçan).

İkili isimlendirmede ilk isim cins adını, ikinci isim tür adını belirtir. “Sigesbeckia” cins adıdır ve cinse ait başka bitki/bitkiler varsa hepsi bu adı kullanır. İkinci isim tür adıdır, örneğin “orientalis” ve o bitkiye özgüdür. İki isim birlikte kullanılmadan bir anlam ifade etmez.

Bitkilerin adlandırılması evrenseldir, dünyanın her yerinde aynı kuralları izler. Bu yaklaşım yerel olarak anlamayı zorlaştırsa da evrensel olarak anlaşmayı kolaylaştırır. Her ne kadar bitki gruplarında bazen neden yerel isimlerin kullanılmadığına dair sitemler edilse de, dünyanın en maharetli gezginlerini anlayabilmemiz için aynı dili kullanmamız zorunluydu, bu da ortak isimlendirme ve sınıflandırma kurallarıyla sağlanabildi. Burada elbette sıradan insanların anlaşabilmesinden bahsetmiyorum. Öncelikle başka coğrafyaların sömürgeleştirilmesi, popüler deyişle söylersek ‘keşfi’ ile birlikte, ortak dil kullanmak bilim insanları için bir zorunluluk hâline gelmişti.

Bilim insanı olmamama rağmen bilimsel adları kullanmamın sebebiyse bitkiyle ilgili doğru bilgilere ancak bu şekilde ulaşabileceğimiz gerçeğidir. Bize bitkilerle ilgili bilgi ve deneyimlerini aktaracak rehberlerimizin kalmamış veya azalmış olması, yerel isimlendirmelerin çoğu yerde benzer olması, yerel olarak dahi her bitkinin isimlendirilmemiş olması veya isimlerinin bize ulaşmamış olması uzmanlık dilini kullanmayı zorunlu kılıyor. Uzmanlaşmaya diş bilemek uzmanlaşmanın yarattığı sonuçlardan yararlanmamızı engellemez. Bitkileri araştırırken başvurduğum kaynaklar öncelikle bilimsel dergilerde yayınlanan makaleler oluyor. Elbette bilginin demokratikleşmesini ve özgürce paylaşılmasını umursayan her çulsuzun yapacağı gibi bu makalelere ücret ödemeden ulaşmanın yollarını arıyorum.

İlk defa görüyorum

Kır yürüyüşümüze geri dönecek olursak, en son bütün hizmetlerden yoksun bir şekilde bitkileri tanıma zorunluluğuyla ortada dolanıyorduk. Doğal olarak gördüğümüz her bitkiyi ilk defa görüyor olacağız. Bitkileri tanımaya azmeden hemen herkesin macerasının başlarında çok sık kullandığı bir sözcüktür bu; “ilk defa görüyorum”. O bitki daha önce orada değil midir, yoksa biz görmeye yeni mi başlamışızdır? İlk botanikçiler sıradan insanlar olsa da bugün bitkiler ufkumuzun çok ötesine süpürülmüş durumdalar. Onlarla aramızda olan bağımlılık ilişkisinin yerini bir çıkar ilişkisi almış durumda. Bu çıkarı da bize aracılar sağlıyor. Bir bitkinin nasıl yetiştirilebileceğini, kokusunu, yapısını gözlemleme, onu anlama ve tanıma becerilerimiz son 200 yılda hayal edilemeyecek kadar geriledi. Bundan üç kuşak öncesini temsil eden nenem kendi yiyeceğinin tümünü ya yetiştiriyor ya da bir kısmını imece/takas yoluyla ediniyor, aynı zamanda toplayıcılık, şifacılık geleneğini devam ettiriyordu. Kırsal kökenli biri olarak bu geleneklere eser miktarda tanık olabildim. Tüm bu bilgi birikimi değerli görülmediği için bize aktarılmadı, “torunlarım okuyacak”, derdi nenem, “çocuklarım okuyacak” derdi annem. Ne kadar erken fark etmişler okumanın topraktan, çiçekten, yemişten kopmamızı gerektirdiğini. Bugün bitkileri göremeyişimize bir isim bile konulmuş; “bitki körlüğü”. İki bilim insanı hareket eden canlılara, yani hayvanlara odaklandığımızı ancak bitkilere karşı kör olduğumuzu söylüyor (Elisabeth Schussler ve James Wandersee -1998). Öte yandan iklim kriziyle birlikte hızlanan bitki göçlerinden bahsediyoruz. “Hareket” edebilmek her ne kadar hayvanlara yakıştırdığımız bir özellik olsa da artık bitkilerin de hareket edebildiğini biliyoruz.

Bitki körlüğüne benzer bir kavram da açık havada çok az zaman geçirebilen çocukların çeşitli davranışsal/fiziksel sorunlar yaşayabileceğini savunuyor; “doğa eksikliği bozukluğu” (Richard Louv – 2005). Duyuların körelmesi, dikkat eksikliği, obeziteyi yaratan koşullar, daha yüksek fiziksel ve duygusal hastalık oranları gibi faturaları olan bir durumun içinde olduğumuza dair bizi uyarıyor. Bitki körlüğü veya doğa eksikliği bozukluğu bireysel olarak aşabileceğimiz sorunlar değil çünkü sıkı bir şekilde yaşadığımız yerle, o yerle kurabildiğimiz ilişkiyle, yerin imkânları ve sunduklarıyla ve bizim imkânlarımızla ilgilidirler.

Bu kötücül manzaranın değişmesi için sadece büyük tarım arazilerinin geri kazanılması yetmez, şehirlerde de yabanıl ve yerli bitkilerle kurulmuş hanlara ihtiyacımız var. Çimlerden, dikdörtgen biçimde budanmış çalılardan yani parklardan bahsetmiyorum elbette. Konaklama ihtiyacı duyan canlılar düşünülerek kurulmuş hanlardan yani bahçenin gerçeğinden veya gerçek bahçelerden bahsediyorum; bağımlısı olduğumuz veya zorunlulukla ifa ettiğimiz meşguliyetlerle işgal edilmiş zamanlarımızın akıp giden hayatlar olduğunu gösterebilecek çatlaklar açan bahçelerden.

Kusurlu bir reçete

Şimdi gözlerini dört açarak bahçeyi görmeye karar verenler için kusurlu ve ancak bana, koşullarıma özgü olan bir reçeteden bahsedebilirim. Kusurlu çünkü artık çok rahat bir şekilde dile getirebiliyoruz ki, her birimizin öğrenme süreci farklı işliyor. Her ne kadar okullar bunu standartlaştırmak için canhıraş çalışsa da. Dolayısıyla bu kıssada bitkileri tanıyabilmenin sadece öğrenmemi kolaylaştıran yollarını anlatacağım.

  1. Görmek: Çok basitmiş gibi görünüyor ama öyle değil. Önce bitki körlüğünden kurtulmak, sonra da ilk kez gördüğümüz bir bitkiyi tanımayı öğrenmek gerekiyor. Tanıdığımız bir yerinden tutarak ve özelliklerini inceleyip kendi tasvirimizi oluşturarak. Çok fazla ve çok çeşitli bitkiyi görüp inceleyerek; aradaki benzerlikleri, farklılıkları anlamaya çalışarak.
  2. Benzetmek: Çiçekleri papatyalara mı benziyor, maydanozları mı, baklalara mı, nergislere mi, sümbüllere mi, zakkuma mı? Benzetebildiğimiz şey genelde çok iyi bir hareket noktasıdır.
  3. İncelemek
    1. Koku: Bir kokusu var mı, nasıl tarif ederim? Örneğin birbirine benzetilebilecek iki deli sarı ot türü (Dittrichia sp.) tanıyanlar tarafından güzel kokulu ve kötü kokulu diye ayırt edilebiliyor. Bunun dışında bazı bitkiler güzel veya keskin kokularıyla size hangi aileye ait olduğunu söyleyebilir; ballıbabagiller gibi.
    2. Doku: Yapışkan mı tüylü mü, reçineli mi, reçinesi ne renk, şeffaf mı, mat mı, yumuşak mı, kadifemsi mi?
    3. Şekil: Tırnağından tepesine kadar bitkinin nasıl göründüğüne hâkim olmak.
  4. Gözlemlemek: Bir bitkiyi takip etmek. Nasıl çiçek açtığını, tohumlarını, çevresiyle ilişkisini, bitkiden yararlanan hayvanları, hangi canlılara ev sahipliği yaptığını gözlemlemek.

Örneğin ne olduğunu bilmeyen bir insandan şu bitkiyi tasvir etmesini istesek neler diyebilir;

Birçoğunuzun bileceği gibi bu bir kantaron türü. Biliyorsunuz değil mi? Bilmeyenler için başka yöntemlerden de bahsedeceğim. Peki Türkiye’de alt türler ve varyetelerle birlikte şu ana kadar kayda geçirilmiş 119 kantaron yaşıyorken karşılaştığım bitkinin hangisi olduğunu nasıl bulacağım? Bundan sonrası bu bitkinin kantaron olmasıyla yetinenleri ilgilendirmiyor. Ama örneğin toplamak istiyorsanız türünü bilmek zorundasınız ki hakkında doğru bilgilere ulaşıp bu bilgileri değerlendirebilesiniz. Çünkü ne yazık ki yerel isimler doğru bilgilere ulaşabilmemiz için çoğu zaman yeterli olmuyor.

6- Araştırma

Bitkileri tanıyabilmemizi sağlayan tasvirlere “tanı anahtarı” deniyor. “Türkiye bitkileri” sitesinde bu anahtarların bir kısmını bulabilmek mümkün. Tamamı Türkiye’de yetişen bitkilere kaynak oluşturan P.H. Davis tarafından yazılmış olan “Flora of Turkey and the East Aegean Islands” kitabında. Elbette orada tanımlanan türlere yenileri ekleniyor ve bazı bitki türleri veya cinsleri üzerinde revizyonlar yapılıyor. Ama başvuru kaynağımız çoğunlukla hâlâ bu kitap. Bir de şimdilik 2 cildi yayınlanmış olan “Türkiye Florası” kaynaklarımıza eklenecek gibi görünüyor.

Tanı anahtarlarına baktığımızda bitkiyle ilgili söylenecek birçok şey varken tüm bilgilerin verilmemiş olduğu dikkatimizi çeker. Bunun sebebi bir bitkiyi tanımlarken seçilen ve öne çıkarılan özelliklerin diğer bitki örnekleriyle uygunluk göstermesi ve sınıflandırma açısından “değer taşıması” gerekliliğidir. Bitkinin yetiştiği ortama göre değişebilen özellikler (renk, boy gibi) tanıda kullanılsa da bitki türünü tespit etmek açısından önem taşımayabilir. Böyle özelliklere “kötü karakterler” deniyor. Bu bilgileri edinmeden önce benim de yaptığım gibi bir bitkinin sırf çiçek rengi veya boyu farklı olduğu için başka bir tür olabileceğinde ısrar edebilirsiniz ama bu ısrar nadiren bir anlam ifade eder.

Karşılaştığımız bitkiyi tarif etmek için hangi özelliklerine dikkat etmeliyiz?

  • Bitkinin hayat formu
    Otsu, tek yıllık, çok yıllık, bodur, soğanlı vb.
  • Kökü
    Kazık köklü, saçak köklü vb.
  • Gövdesi
    Odunsu veya otsu gövde, dallanmalı veya yan dalsız, gövde var veya yok, yapraklı, yapraksız, sürünücü, sarılıcı, tırmanıcı, dik, yükselici, yatık, yatay bağlantılı (stolon) vb.
  • Yaprakları
    Damarlanma, yaprak ayası, yaprak dizilişi, yaprak sapı ve dip kısmı, yaprak kenar şekli, tüylülük durumu, yaprak uç kısmı
  • Çiçeği ve çiçek durumu
    Taç yapraklar, çanak yapraklar, erkek ve dişi organ özellikleri, çiçek durumları -her durum bir botanik terimine karşılık geliyor-, korolla tipleri -taç yaprak toplamına koralla deniyor-
  • Meyvası
    Meyve tipi, tohum sayısı, biçimi, büyüklüğü vb.
  • Tüy durumu
    Tüy tipleri, bir salgısının olup olmadığı

Dikkatinizi çektiyse nereye baktığımız önemli olduğu kadar baktıklarımızı neye göre tanımlayacağımız da önemli. Daha şimdiden yaprak, gövde, kök, çiçek, çiçek durumu, tohum tiplerini öğrenmemiz gerektiği ortaya çıktı. Her ne kadar benim maceramda işler bu sırayı izlemediyse de tıpkı ideal bir bitki gibi ideal bir yol tarifi yapıyorum. Ancak bu yol herkese göre değişen, “deneye yanıla” yoludur. Ve başlamak için ihtiyacımız olan tek şey bir bitkiye bakmak, onu tanımak istemektir. Bitkiyi tanımaya, sistematiğin kurallarından başlayıp şu saydığım özelliklerin hepsini talim etmek zorunda kalsaydım, pes edebilir daha kötüsü sıkılabilirdim. Neyse ki bu uğraşın eğitimini almıyorum, sıkılmak şöyle dursun, bitkiyle hemhâl olabileyim diye leblebi gibi yutuyorum bu bilgileri. Ancak bu peyderpey gerçekleşiyor; soru sordukça cevabı bulmaya çalışıyorum. Bir müfredata bağlı olmayan her doğal öğrenme süreci kişisel farklılıklar içerse de “deneye yanıla” ilerler.

Bu bilgileri de edindiğimize göre artık bitkimizi tarif edebiliriz;
Gövde uzun, neredeyse 1 metreyi buluyor, iki şeritli, çok dallı, dik, gövdede yağ bezeleri var. Kök, rizomlu. (Gövdenin metamorfoz geçirerek yeni bireyler meydana getirecek şekilde çoğalabilmesi durumu, vejetatif üreme). Yapraklar karşılıklı dizilişli ve dar, mızraksı, yaprak sapı yok, bolca siyah ve şeffaf yağ bezesi var, Çok çiçekli, 5 çiçek yaprağı var (petal), petal kenarlarında siyah yağ bezeleri bulunuyor. Çanak yaprakları mızraksı, meyvenin yanında küçük saplı bir meyve daha bulunuyor.

Şimdi artık bitkimizi tanımladığımıza göre Türkiye bitkileri sitesinde kantarongillerin bulunduğu sayfayı açıp bütün kantaron türlerinin özelliklerine bakacağız ve kendi bilgilerimizle karşılaştıracağız. Ancak burada bütün türler kayıtlı değil ve bitkimiz henüz kayıtlı olmayan bir türse Flora of Turkey and The East Aegean Islands kitabına bakmamız gerekecek. Önce sitede kayıtlı türleri inceliyoruz, özellikle de tıbbi kantaronla başlıyorum incelememe, çünkü o olabileceğini düşünüyorum. Tanı anahtarı şöyle;

Stems 10-110 cm, erect, sometimes rooting, 2-lined, with branches ± ascending. Leaves 5-35 mm, narrowly ovate or lanceolate to elliptic-oblong or linear, occasionally oblanceolate, sessile or subsessile, plane, always with large pellucid dots. Sepals lanceolate to oblong or elliptic, acute to acuminate or shortly aristate, entire, without or with a few superficial black dots. Petals 8-15 mm, with a few marginal black dots and sometimes superficial black streaks. Capsule 5-9 mm, ovoid to pyramidal, with dorsal vittae and lateral vesicles.”

Normalde size verilen bir anahtarın karşınızdaki kapıyı açmasını umarsınız ama bu anahtarla kapıyı açmadan önce bir botanik terimleri sözlüğü edinmenizde fayda var. İngilizceniz olsa dahi bu terimleri bilmeden ne denildiğini anlamak zor oluyor. Bunun için internette birçok botanik terimleri kaynağı bulmak mümkün. Asuman Baytop’un özellikle Davis’in eserini kullananlar için hazırladığı İngilizce-Türkçe Botanik Kılavuzu’nu edinmenizi öneririm. Bu sorunu da çözdükten sonra özetle şöyle denildiğini anlıyoruz;

10-110 cm boylanabilen, çok yıllık, otsu bir türdür. Gövdeler dik, bazen rizomlu (köksap, metamorfoza uğramış toprakaltı gövdesi), 2 şeritlidir. Yapraklar 5-35 mm, yumurtamsı, mızraksı-eliptik, dikdörtgenimsi veya şeritsi, nadiren ters mızraksı; sapsız veya neredeyse sapsız, düz ve her zaman büyük şeffaf beneklidir. Çanak yapraklar mızraksı, dikdörtgenimsi veya eliptik, keskin, sivri veya kısaca kılçıklı uçlu, tam kenarlı, bazen birkaç sığ siyah noktalı; taç yapraklar 8-15 mm, sınırları siyah noktalı ve bazen sığ siyah çizgilidir. Meyve kapsülü, 5-9 mm, yumurta biçimli veya piramidal, sırt kısım yağ kanallı ve yanal keseciklidir.”

Anlaşılan bizim bitkiden bahsediyor. Tıbbi kantaron (Hypericum perforatum). Hypericum cins adı Latince “resim üzerinde” anlamına geliyor. Eskiden bitkinin kötü ruhları uzak tutmak amacıyla resimlerin üzerine konulmasına atfen verilmiş bir isim. Tür adı olan “perforatum” ise Latince “delikli” anlamına geliyor. Yapraklarını ışığa tuttuğumuzda delikli gibi şeffaf noktalar görmemize atıftır. Zaten bitkinin Türkçe isimlerinden biri de ‘Binbirdelik otu’dur.

Yedek anahtarlar

Gördüğü bitkinin ne olduğunu hiç kestiremeyenler için her zaman işe yaramayan ama yine de denenebilecek bazı yollar vardır.

  • Fotoğraftan yola çıkarak bitkinin ne olduğunu bulabilmek
    Bunun için bitkiyi çok iyi temsil eden bir fotoğrafını – mümkünse yakın olarak çiçekler- malum arama motorunun “görsel arama” bölümüne yüklüyoruz. Arama terimi olarak da güvendiğimiz kaynakları adres gösteriyoruz. Örneğin site: “turkiyebitkileri.com”. Yani arama motoruna şu sitede bu fotoğrafın benzerlerini ara demiş oluyoruz. Ve gelen fotoğraflar arasında gezinerek benzetebildiğimiz bitkinin sayfasına gidip tanı anahtarına bakıyoruz. Tanı anahtarları sadece Türkiye bitkileri sitesinde bulunuyor. Bu amaçla kullanabileceğimiz diğer siteler ise:
    dogalhayat.org
    inature.com
    treknature.com
    bizimcicekler.org.tr ve daha nicesi.
  • Bitkinin cinsini tahmin edebiliyorsak flora gruplarına girerek soldaki arama bölümünden bilimsel adını yazarak aratmak veya bu gruplarda bitkiyi temsil edecek fotoğraflarla birlikte sormak
    Örneğin Hypericum. Önünüze gelen listeyi inceleyebilirsiniz. Ben bir fotoğraf paylaşıp bitkiyle ilgili bilgi almak istediğimde mutlaka lokasyon ve rakım bilgisini giriyorum ki birileri “Silifke” diye arama yaptığında bu bölgede yetişen ve paylaştığım bitkileri görebilsin. Aynı şekilde şehir adı girerek de arama yapabilirsiniz. Örneğin Akdeniz bölgesinde yaşadığıma göre ben Antalya, Mersin, Adana’dan paylaşılan fotoğraflara bakabilir, ne olduğunu öğrenmeye çalıştığım bitkinin daha önce sorulup sorulmadığını kontrol edebilirim. Fotoğraftan yola çıkmak her zaman yanıltıcı olacaktır ancak ilk adımlarımızı atarken bazen işimizi kolaylaştırabilir. Sordukça aradıkça, inceledikçe bir bitkiyi görmeyi öğrenebiliriz.
  • Bitkiyle çevre ilişkisini gözlemlemek
    Dikkatli bir gözlemci bitki yaprağında görebileceği bir kelebek yumurtasını veya bitkinin etrafında dolanan bir kelebeği başlangıç noktası yapabilir. Bir bitki bilmecemi turuncu süslü kelebeği (Anthocharis cardamines) sayesinde çözdüm. Kelebeğin konukçu olduğu bitkiler şunlardır;
    Alliaria petiolata (Sarmısak hardalı)
    Cardamine pratensis (Çayır köpükotu)
    Arabis turrita (Perçem otu)
    Lunaria annua (Dolunay otu)
    Hesperis laciniata (Akşam yıldızı)
    Keklik çiğdemlerini görmek için çıkılan bir orman gezisinde bir bitki göze çarpar, başında Turuncu süslü kelebeği uçuşmaktadır. Kelebeğin konukçu olduğu bitkilere bir göz atılır. Hani oralarda dolanıyor ya, sevdiği de oradadır. Ve ne olduğu bilinmeyen bitkinin henüz çiçek açmamış bir Sarmısak hardalı (Alliaria petiolata) olduğunun farkına varılır.
  • Yazı boyunca andığım kaynakların sıkı bir takipçisi olmak
    Bu o kadar önemli ki, öğrenmeyi bu kadar kolaylaştırabileceğine şaşırıyor insan. Ama görebilmek her zaman çok görmekle ilgili. Görsel hafıza görülenleri bir yere kaydetmeyi ve ihtiyaç duyduğumuzda çağırabilmeyi sağlıyor. “Bu bitkiyi daha önce görmüştüm, neydi, neydi” deniyor önce, sonra cevabı bulana kadar eşeleniyoruz.
  • Bitkinin yayılış bilgisine sahip olmak
    Benim yaptığım gibi sadece Karadeniz’de doğal yayılışı olan bir bitkiyi Akdeniz’de gördüğünü veya görebileceğini varsaymak pek akıllıca değil. Bunun için hem bizimbitkiler.org hem de tubives.com yayılış haritaları yayınlıyor.  Bir bitkinin ne olabileceğine emin olduktan sonra bir de yayılışlarına bakmakta fayda var. Ancak bu haritaların güncel olmayabileceğini, özellikle iklimsel ve coğrafi olarak birbirine benzer alanlar söz konusuysa bitkinin yayılışı haritalarda görünmese dahi karşılaşabilme ihtimaliniz olduğunu belirtmeliyim.
  • Meyve ve tohum özelliklerini bilmek
    Birçok türün toplandığı cinsler altında, örneğin Üçgül (Trifolium) veya turpgiller, baklagiller gibi ailelerde tohum kesesinin yapısı ve tohum özellikleri tanı için önemli, hatta ayırıcıdır. Bu da bize bitkiyi gözlemlemenin ve mümkünse yetişme süreci boyunca takip etmenin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterir. Şu durumda kırda, yabanda yaşayan ve etraflarındaki yabani bitki topluluklarını doğumdan ölüme ve yeniden doğuma kadar izleyebilenlerin, bitkileri tanıma konusunda rehberlik yapmak için daha fazla sorumluluk alabileceklerini düşleyebiliriz.
  • Bitki toplulukları
    Doğal yayılışa sahip yaban bitkileri genellikle bir topluluğun, bir coğrafyanın, bir toprak ve iklim biçiminin işaretçisidirler. Yaşadığınız bölgedeki bitki topluluklarını tanımaya çalışarak da tek tek bitkilerin kim olduğuna vakıf olmanız mümkündür. Kentsel vejetasyon, Akdeniz bitki toplulukları, alpin kuşak, maki bitki örtüsü vb. gibi darlaştırılmış tanımlar bitki toplulukları tanımak için hayli elverişlidir. Yeter ki yaşadığınız bölgenin coğrafi/iklimsel/bitki örtüsü vb. özelliklerinin nasıl tanımlandığını biliyor olun.Yaşadığınız bölgede daha önce yapılmış olan flora çalışmaları bu konuda yüzlerce ipucu sunabilir.

Son olarak Türkiye Bitkileri projesine çok şey borçlu olduğumu özellikle kimi akademisyenlerin ve amatörlerin bu yolculukta bitkileri öğrenmek isteyenlere nezaketle yardımcı olduğunu eklemek isterim. Bununla birlikte kullanılan dilin botanikle ilgilenmeyenler veya yeterince ilgilenemeyenlerce anlaşılamayacağını, botanik terimlerine hâkim olunmasının beklendiğini belirtmek gerekiyor. Bu beklenti haklı bir beklenti olabilir. Ancak öğrenmek çoğu zaman karşımıza çıkan yüzlerce yolu deneye yanıla kat ettiğimiz bir sürecin adı. Ve hepimiz bu süreci aynı biçimde yaşamadığı gibi, öğrenmeye aynı miktarda zamanı ayıramıyor da. Bu yüzden bilgiyi sunmayı güç gösterisine dönüştürmeden, herkesin anlayabileceği bir dille paylaşmanın bir yolunu bulmak zorundayız. Çünkü her zaman bir başkasının bilme hakkıdır bizde fazladan birikmiş olan.

Başvurulabilecek kaynaklar;

 * Elbette Morbaş’ı (Muscari comosum) tanımak o kadar kolay değil. Aynı cinse ait benzer türler bulunuyor. Bu türler birbirinden tanı anahtarlarında tarif edilen özelliklerle ayrılıyor.

Yukarıya kaydır