tohum çanağı

İlk olarak Fransız botanikçi Joseph Pitton de Tournefort tarafından Molucca Adaları’nda keşfedildiği için Molucca laevis olarak adlandırılıp bu adalardan geldiğine inanılmış ama Asya ve Doğu Akdeniz’e özgü bir tür. Daha sonra Linnaeus onu, Moluccella laevis olarak yeniden adlandırmış. Tür adı olan “laevis” ise “pürüzsüz” anlamına geliyor. Türün çanak yapraklarına işaret ediyor. Her bir çiçek, kardeşi Dikenli çanak‘tan çok daha büyük bir çanak yaprak tarafından korunuyor. Hem taze hem kuruyken yoğun, bazı kaynaklarda limon/vanilya kokusu olarak tarif edilen bir kokuya sahip. Kokusuna dair bir sınıflandırma yapamadım, buram buram demekten başka. Her zamanki gibi tanıdık. Burnum pek çalışmıyor galiba. Oysa bitkinin huzuruna eğiliyorum.

Genellikle insan etkisine açık ortamlarda bulunuyor ve bu bölgeleri istila edebiliyormuş. Çünkü diğer bitki türleri için güçlü alelopatik etkileri olan maddeler üretebiliyor. Yayılıcı olduğu bölgeler büyük ihtimal doğal yetişme alanları veya bu alanlara benzeyen iklimsel özellikler sergileyen yerlerdir. Buna rağmen çok popüler bir süs bitkisi, elbette burada değil. Türkiye’de genel eğilim süs bitkilerimizi ithal etme yönünde. Hatta bir adreste Çanak çiçeği tohumu ithal etmekle övünülüyor (!) Yerel türlerimizi tanımıyor, ilgilenmiyoruz. Arada hortlayan kimi popüler endemik bitkileri toplayanlara ceza kesme, bu ceza haberlerini biteviye çoğaltma, tohum toplayanlara, çoğaltanlara parmak sallama davranışı tüm gazımızı alıyor. Öte yanda yaban bitkilerimizi, nadir ve/veya geniş/dar yayılışlı endemik bitkilerimizi, soğanlı olanlar dahil yurt dışında fidecilerde görmek, hatta bazen internetten satın almak mümkün. Endemik bir bitkinin taşınması “endemiklik” unvanına halel getirmez. Bu gibi durumlarda sonradan gelişen popülasyonlar dışlanır. Önemli olan bitkinin orijininin nerede olduğudur, bahçeden taşıp doğallaşan bitkilere de “kültür kaçağı” denir mesela. Yakın bir coğrafyada doğal yayılışı olduğu fark edilen endemik bitkilerin statüsü değişir sadece. Artık endemik olmaktan çıkar. Burada kriter “doğal yayılışı” olmasıdır. Bu da tespit edilebilir bir ölçüttür. Sonradan doğallaşan türler ise zamanla ülkelerin bitki türleri listesine dahil edilir.

Eğer öyleyse neden endemik/nadir bir bitkinin başka bir coğrafyada yetiştirilmesi, korunması, değer görmesi kimilerini rahatsız eder? Bitki/doğa turizmimiz baltalanacak diye mi mesela? Hem böyle bir bitki tanıma/koruma/tanıtma yaklaşımımız yok hem de olsa dahi bilimsel açıdan veya bitki meraklıları açısından endemik bitki ziyaretlerini bitkinin yetiştiği coğrafyaya yapmak daha yeğdir. Bitki sadece bitki değildir, çevresiyle ona kokusunu, tadını, biçimini veren coğrafyayla, iklimle birlikte bir şeydir. Topluluğuyla, yetiştiği kayayla ilişki içinde vardır. Bu koşullar içinde türleşmiş, farklılıklar edinmiş, iklimle ilişkisini düzenlemiş, nerede büyüyeceğine karar vermiş, suyunu elde etmeyi öğrenmiştir. Ve daha değişip dönüşecektir de. Çünkü ilişkisi sürekli, kurduğu bağ olmazsa olmazdır. Hayvanat bahçesinde bir kafese tıkılmış endemik veya nadir bir hayvanı görmek eğer gerçekten o hayvan umursanıyorsa kimseyi mutlu ve memnun etmez. Tıpkı buna benzer, özel ortamda yetiştirilmiş bir bitkiye bakmak. Manzara eksik ve acıdır. Yine de, hayvanlar kafeslere tıkılmasın ama bitkiler yeşerebilecekleri her yere gidebilsin. Yeri gelir bitkinin kendisi bir bağ olur. Türkiye’nin de içinde bulunduğu bir coğrafyayı yurdu bellemiş kavun türlerinden biri olan Acur, sürgün edilen Ermeniler’in bohçalarında Amerika’ya taşınır. Bir halkla birlikte tohumun da yurdu değişir. Ermenilere yuvalarını hatırlatan ve belki ‘burası da yuvanız olabilir,’ dedirten bir bağa dönüşür Acur tohumları. Çiçeklerini bunun için allayıp pullar, tohumlarını paçamıza takar, rüzgara salar, kuşa, karıncaya taşıtır, denizin üstünden karşı kıyıya geçirirler. Olabildiğince uzağa gitmek, çoğalabilmek, uygun bir köşe daha bulup yerleşmektir istekleri. Bunu yapabilmek için geliştirdikleri yöntemler, aldıkları biçimler tasarımlarımıza, hayal gücümüze yön vermiş/vermeye devam etmektedir.

Türkiye’nin Doğu Karadeniz dışında tüm kıyı şeridinde yetişen bitkinin bu bölgede yayılıcı olduğuna tanık olmadım. 6 sene sonra tohumlarına denk gelişimi kutluyorum. O da tesadüfen gözüme çarptı. Henüz yeşil halinin fotoğrafını bile çekebilmiş değilim.

2003’te bir vaka üzerine yapılan incelemeyle alerjik astım semptomlarına neden olabilecek kadar güçlü bir bitki Çanak çiçeği. Tabii bu örnekte serada sadece Çanak çiçeği ekiliymiş ve yetiştirici çok yoğun bir biçimde polenlerine maruz kalmış. Ayrıca bu etki sadece Çanak çiçeğiyle sınırlı değil. Öyle ki serada çiçek ve/veya süs bitkisi yetiştirenlerin %25’inin mesleki bir hastalık olarak astıma sahip olduğu/yakalandığı bilgisi verilmiş. Bu kadar yoğun kokulara veya temas halinde bile lokal alerjilere sebep olma yeteneğine sahip bitkilerle kapalı veya kötü havalandırılan bir ortamda bulunmayı hayal etmek zor. Tohum toplama günleri başladı. Sırf tohum toplarken bile tüylerine, kokularına maruz kaldığım bitkiler yüzünden günü kaşınarak veya hapşırarak geçirdiğim oluyor. Hangisinin sebep olduğunu bilmiyorum ama o gün topladığım tohumlar arasından mutlaka olağan şüpheliler çıkıyor. Veya tohumlarını bulunduğum mekandan uzaklaştırmak zorunda kaldığım birçok bitki oldu. Güzel de olsa sürekli aynı kesif kokuya maruz kalmak rahatsızlık verebiliyor. Hem bu örnekten hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak sera işçileri için “astım” veya “bronşit” hastalıklarının mesleki hastalık olarak kabul edilmesinin ne kadar önemli olacağını fark edip, böyle bir habere rastlayabilir miyim acaba diye biraz araştırdım. Türkçe olarak; düşme, tarım zehirleri, içerisi ile dışarısı arasındaki sıcaklık farkları veya iklimlendirmeye bağlı olarak solunum yolu hastalıkları, makina kullanımının yarattığı risklere değinilen kimi yazı veya araştırmalara rastladım ama direk bitkilerin risk olarak görüldüğü bir araştırma bulamadım. Seradaki ürün yetiştiriciliğinin %84’ünün Akdeniz bölgesindeki illerde gerçekleştiğini de ekleyeyim.

Bir de nadir bitkiler var. Çanak çiçeği’nin kardeşi Dikenli çanak‘ın böyle bir bitki olduğu bilgisi verilmiş. (Bu bilgi bölgelere göre değişiyor olabilir.) Sonbaharda tohumlarını dağıtacağım, kaç kişi isteyecek merak ediyorum. Ne lale, ne sümbül sonuçta, üstelik dikenli de. Herhangi bir sebeple doğal yayılışları azalan, yaşama ortamları daralan bitkilerdir bunlar. Giderek artan insan etkisi ve iklim krizi sebebiyle daha dezavantajlı konuma gelmeleri ise kaçınılmaz. Örneğin Beyaz Kurna, ya yeni yapılan Mersin-Alanya yolu hafriyatı altında kalacak, ya eski yolu kullanmayı bıraktığımızda hususi bir yangına, torpilli bir su basmanına kurban edilecek. Bu yüzden endemik, nadir veya değil bitki tohumlarını titizlikle topluyor, sevecekleri, zaten doğal olarak yetiştikleri bir ortama ekiyorum. Çanak çiçeği’nin hemen arkasından göreceğiniz ot bu dağdaki en keyifli (endemik) Arı otu şimdi. Çünkü türdeşleri hiç yağmur görmedi. Kurudu, keyifsiz, güdük kaldı, dönüp yüzüme bakmıyorlar. O ise damla damla da olsa sulanıyor. Yaşıyor canım, yaşıyor. Ne tepesinde bayrak, ne hayalinde unvan var.

Kimi sebeplerle yaşadığı yerle/ortamla çok özelleşmiş ilişkiler kuran bitkileri yetiştirmek ise zaten mümkün olmuyor. Bitkiyi görmek veya hakkında biraz araştırma yapmak bunun için yeterli. Yurt yoğurt otu, Mut kantaronu, Ermenek fesleğeni, kimi orkide türleri gibi mesela. Tohumlarını almaya bile yeltenmiyorum. Yine de kaya bahçeleri ve çeşitli uygun ortamlar oluşturarak ülkelerindeki bitki mirasını korumaya, bitkileri çoğaltma/üretme denemeleri yapmaya çalışan botanik bahçeleri, üniversiteler, orman kurumları vb. var. İyi örnekler kadar kötü örneklere de rastlamak mümkün. Örneğin burada Dildamak (bir tür sahlep orkidesi) yetiştirmek isteyen biri bu işle ünlenen bir kişiyi arayıp deneme ekimi için ürettiği soğanlardan ister. Verilen cevap, ellerindeki tüm soğanların buradan gittiğidir. Sanırım korunması gereken tek bitki grubu olduğu sanılan endemik/nadir bitkilere “saldım çayıra mevlam kayıra” muamelesi yapmak da, çiçeğini/soğanını toplayanlara ceza kesmek de pek işe yaramıyor.

Son olarak endemik bitkiler konusunda yazıyor olmamın, bu konuyu hakkıyla araştırabilmem veya bilmem değil, endemik bir bitkiden, tohumlarından, tohumlarını paylaşmaktan bahsettiğimde genel olarak dile getirilen kimi kaygıları anlama, kendi uğraşım açısından değerlendirme ihtiyacımdan kaynaklandığını belirtmek isterim. Bu konudaki eksikliğimi gidermek, kimi – muhafazacı ve ulusalcı olmayan- sorularıma cevap bulabilmek için özellikle “bitki coğrafyası” üzerine okumayı diliyorum. Çünkü bitkiler söz konusu olduğunda bir bitkinin neden dar veya geniş bir coğrafyaya özgü olduğunu ve bunun dinamiklerini, tarihini merak ediyorum ve bu salt endemik bitkilerle de ilgili değil, bitkileri görmeye başlayınca ediniverdiğim bir merak.

Kaynaklar;

https://sociedadgaditanahistorianatural.com/wp-content/uploads/2015/03/06_Dana-et-al_Moluccella_RSGHN9_web.pdf
https://sci-hub.se/10.1136/oem.60.9.701
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1158592
Bitki coğrafyasıyla ilgili önerebileceğim bir kaynak; https://cdn-acikogretim.istanbul.edu.tr/auzefcontent/ders/bitki_cografyasi/1/index.html#konu-1
Bir diğeri kitap; “Alıç Ağacı’nın Gölgesinde Anadolu Bozkırları,” yayına hazırlayanlar: Tuna Ekim, Mutlu Kart Gür, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Genç bitkinin görselleri şuradan; https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Moluccella_laevis.jpg
https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Moluccella_laevis_(Labiatae)_plant.JPG

Yukarıya kaydır