dikenli çanak

Kendin olmak bir mertebe değildir. Her an oradadır, yeter ki ol. Bizim meyve dediğimiz şey aslında tohumdur. Sulu lezzetli bir tabakaya sahip olmayanlara tohum demekte zorlanmayız; örneğin maydanoz tohumu. Kayısıya gelince işler değişir, meyvedir o, tohum sarıp sarmalanmıştır. Fındığa gelince ise hepten değişir; bu defa meyve içeride kabuk dışarıdadır. Bitkiler tohumları için sulu, lezzetli etler veya sert kabuklar geliştirebilirler.

Tohuma meyve dememiz aslında biraz üzücü. Etli kabukları yiyince geriye anlamlı bir şey kalmamış gibi oluyor. Belki bu yüzden kocaman bir ağaç ihtimalini çok kolay çöpe atabiliyoruz. Meyveyi yedik ne de olsa. Oysa bizim yediğimiz ne ki, asıl önemli olan içerideki; çekirdek, tohum, koca ağaç, çalı, ot. Yeni bir yaşam oluşturabilme ihtimali içine gömülmüş olan taslak, mümkün, başka. Şeftaliyi düşünelim mesela, tohumu önce diş geçmez bir tabakaya sonra yumuşak, cezbedici bir örtüye sarmıştır. Onca didinmiş, uğraşmış yeniden doğabilmek için, sonu bir çöplükte bitiyor. Örneğin bir devin anneyi yediğini, cenini çöpe attığını düşünün. Olan tam olarak bu. Dünyanın yeniden orman olabilme ihtimalidir tohum.

Bir ihtimali toplayıp geldim Silifke’den; Dikenli çanak (Moluccella spinosa). Akdeniz ve Ege’de 600 metreye kadar görebileceğimiz bir bitki. Cinsin iki üyesi olduğu için tanımak çok kolay; biri dikenli, diğeri dikensiz çanak yapraklar çok belirgin. Şu minnacık tohum avucumun içindeyken başka, toprağa düşüp ilk yapraklarını gösterince bambaşka olacak.

Yukarıya kaydır