İnsan düşünmeden edemiyor, acaba yüzyıllardır burada mısın kirve otu (Teucrium orientale). Helenistik Dönem’de Olba Krallığı’nın ibadet yeri olan bir Uzuncaburç’ta durmuş 2500 yıllık Zeus Tapınağı’nın gölgesini şenlendiriyorsun. Tohumlarını topladığımı gören üç kadın yanıma yaklaşıp “ne topladığınızı merak ettik” diyorlar. Kadınlar yanaşıp sorabiliyor böyle şeyleri. Soru sormayı ve sevmeyi biliyorlar, tanımadıkları otları, ağaçları. İlgileri de başka cinslerde sıkça rastladığım gibi “ilgilenmek gerek” düşüncesinden beslenmiyor. Hayatın önüne çıkardığını görmekten, bin sorulu bir çocuk gibi ona gözlerini dört açarak bakmaktan geliyor. Her zaman böyle değil elbette, bazen şaşırıyorum, keşke daha çok şaşırabilsem.
O nedir, bu nedir sorularıyla çenemin düşmesi için fırsat doğuyor. Soranı, bu hevese katılanı sevmem mi?
– Biz acı yavşanı bilirdik.
– İşte bu da onun akrabası.
Otların arasında kaybolmuş çiçeklerini gösteriyorum. Unutmasınlar diye. Unutmayacaklar zaten, bir kere gördüler artık. Belki zihinlerindeki gereksiz bir şeyin yerini alacak kirve otunun çiçekleri, yeşertecek kıraç toprağı. Teucrium türleri ballıbabagiller ailesinin diğer üyelerinden taç yapraklarının yapısı ve üst dudaklarının olmaması ile ayırt ediliyor.
Kalıntılar arasında en az sütunlar kadar yüce ağaçlar var. Dut, ceviz, meşe, akçaağaç. Aklımda Kaz Dağı mücadelesi, bir sincap gibi yerleşiyorum birinin dalına.
Kirve otunun 3 alt türü Türkiye’de geniş bir yayılışa sahip. 600- 1250 metre rakımları arasında taşların serinliğinde onlarla rastlaşmak mümkün. Sincaplara, tilkilere, domuzlara, kuşlara, karacalara, çakallara komşu.