Erguvanın deliliği yetmiyormuş gibi açmaya hazırlanan ıhlamur çiçeklerine bakıp bakıp doyuyorum. Yanlarında biraz da halhalı zeytini. Bir dalımız hep topraktı, neredeyse tümden kesilmeden önce. Zeytin ve zeytin suyu hâlâ nene bahçesinden geliyor. Zeytinyağı zeytinin kararmasını önlerken, derdiğim zahterlerden de bir tutam koyuyorum kaseye, biraz da sumak. İkisi de bahçemizin onuru.
Zeytinyağında kavrulmuş yemlik de masada. Artık yemliğin sofrada son görünüşü. Kara çay da var. Kara çay parayla. Güneşin sofrasındaki her şeye bulaşmak için iştahla atılıyor para. Bahçenin otlarıyla, erguvan, ıhlamur, zeytinle bir bent yapıyoruz önüne. Aşamayınca bendi kabarıp köpürüyor. Olduğundan büyük görünmek için deneyemeyeceği yol yok.
Fidelendiği torba yırtılmış, yaprakları pörsümüş iki karış boyunda bir ıhlamur verilmişti bize. Hali umut vermediği için bir kenarda beklerken o gün oradan geçtiğimiz için elimize tutuşturuldu desem yeridir. Kucağımda ıhlamur bahçede bir yer aradım. Bir duvar kenarı olsun, taş nemi korusun, büyüdükçe kuzey rüzgârını görsün. O rüzgâr çiçeklerin kokusunu bahçeye dağıtsın. Ektim, Sorma Geçidi’nin başına. Yerini sevdi, büyüdü ıhlamur.
Çiçeklerini görebileyim diye gövdenin birine üç çizik atmak, türlü ağaç korkutma yöntemleri denemek de dahil her şeyi yaptım. Ayvada işe yaramıştı bu yöntem veya bana öyle geliyor. “Eğer bu yaz meyve vermezsen seni keseceğim” deyip gövdeyi sallıyorsunuz. İnsan ağacın büyümesinde bile bir sözü olsun istemiş. Ama ıhlamur en sevdiğimden çıktı; dik başlı, asi. Öyle korkuya kaptıracak zamanı yok. Sen istediğin kadar bulaş, dürt, istediği zaman çiçek açacak. Boyu 4 metreyi bulana kadar kök çevresini nemli tuttum, toprağına kubur, gübre karıştırdım, yanına ömür çiçeği, sorma çiçeği ve oğul otu diktim. Tam 6 sene sonra o pörsümüş yapraklarına, zayıf köklerine bakılıp kendisinden umut kesilen ıhlamurun çiçekleri göründü.
Umut beslenir, tazelenirse görünür çiçek.