Sabah muhtemelen bahçeye atılmış olan iki keçi ayağını Laççi’nin (köpek dostumuz) ağzından alarak güne başladım. Bizden önce burada oturan kiracının iki köpeği zehirlenerek öldürüldüğü için tedirginim. Keza aynı zamanlarda köyde onlarca köpek zehirlenerek öldürülmüş, ne şikayetlerden ne de gelen yetkililerden bir sonuç alınamamış. Hayatımızın her zerresi içine küçük bir düşmanlık, nefret, hınç düşüyor.
Seçilmiş onca insan hapishanede, sadece sandıkla seçilmiş değil Gezi’de gönül birliğiyle seçilmiş insanlar da öyle. Şimdi “gençler” diye bir kategori de eklendi tutuklu veya gözaltına alınanlara. Köpekler de hapishanede. Köpekleri toplayıp ölüm kamplarına tıkanlar her partiden.
Sosyal medya linç dolu. Gezi böyle değildi. Her söze, herkese alan açan hiçkimseyi dışarıda bırakmamaya gayret eden, ötelemeyen bir adaleti vardı. Sevdiğim adalet cinsi bu. Yoksa herkesin adaletinin kendi cemaatine çalışmasına alışmak hiç zor değil bu ülkede. Neyse ki alışmıyorum, alışamıyorum. Bu yüzden düşündüğümü söyleyeceğim yine de. Bu bağırmaya engel değil; çünkü nefes alamıyorum.
Gezi’de en sevdiğim pankartlardan birini Hey Tekstil işçileri tutuyordu “Patronumuz Aynur Bektaş’ın koruyucusu AKP’ye ve CHP’ye karşı duruyoruz” Duran adam’la birlikte duracaklardı ama olmadı, hemen yaka paça götürüldüler.
Bir isyan nedir ki? Kar suyudur olsa olsa. Baharla birlikte erimeye başlar ama altında koca bir nehir akıyor olmasa nasıl taşacak? Nehirin her zerresine selam olsun. Durabilseler de duramasalar da.
Görsel: @nazimdikbas

Bugün bir ot ismi öğrendim; kırkdip otu. Yenilebilir bir otmuş. Onun taze yapraklarını görüp kesmek için bıçağı köküne daldırdığınızda, topluluklar halinde çıktıkları için birkaçını birden çıkarmış olurmuşsunuz ve dipleri de birbirine karışmış olurmuş; bu yüzden kırkdip otu. Bu bana bizi hatırlatıyor. Toprağın üzerindeki gövdelerimiz ayrı gibi görünüyor ama diplerimiz karışık, iç içe.
Birimizi aramızdan sökseler diğerlerimizin de kökü meydana çıkıyor. Yine yolumuz aramızdaki görünmez bağlara çıkıyor. Görünür bağlar zaten orada; eğer çiçekteysek üzerinde kelebekler uçuşuyor, meyvedeysek kuşlar belki.
Çok şey birikti. Baharın otları kenardan göz kırpıyor. Anlamayı ve anlatmayı özledim ama #normalleşmiyoruz.
Bugün buluşup ot topladık, hiç fotoğraf çekmedim. Bu gönderiye eşlik eden fotoğraf tozun bekçisi (Sarcopoterium spinosum) ve onun koynunda çıkan karıncanın fiği (Vicia sativa) gönderinin teması kırkdip otlarını #serbestbırakın

“Tahrir ayaklanmasını anlatan on kısa filmden oluşan 18 Gün’deki hikâyelerden biri, yönetmen Ahmed Alaa’nın Eşref Seberto’sudur. Eşref Seberto başarısızlık duygusuyla kendini koyvermiş, hayatını idare edemeyen bir berberdir. Kendine saygısını yitirmiştir. Eşi onu terk etmeye karar vermiş, çocuğunu da alıp evi ayırmıştır. Bu halde pineklerken, Tahrir Meydanı’ndaki polis saldırısında yaralanan birileri dükkânına sığınır, peşinden de direniş gönüllüsü bir hekim. Seberto’nun dükkânı revire döner, berber koltuklarını küçük cerrahi müdahaleler için kullanırlar. Eşref Seberto şaşkın şaşkın, yardımcı olmaya çalışır. Derken gönüllü hekim, itiraz kabul etmez bir aciliyetle, bir yaralıya dikiş atmasını ister ondan. Seberto meslekî hünerini uyarlayarak bir yaralıya dikiş atar – devamı gelir, genel cerrahi asistanı gibi iş görür bizim berber. Birkaç gün içinde rejim devrilir, devran döner. Eşref Seberto, berber dükkânını yaralılara açmasıyla ve amatör cerrahlığıyla televizyonda haber olur. Karısı, çocuğuyla beraber çıka gelir, “vay be” hayretiyle ve gururuyla bakar kocasına. O da kendini başka hissediyordur artık; insanlara yardım etmiştir, kendini aşarak bir şeyler yapmış, yara sarmış, can kurtarmıştır. Berber Eşref Seberto artık başka bir adamdır.
(…) Eşref Seberto’nun kendi insanlığına, kendi kuvvesine dair bilgisini değiştiren, ona bir dayanışma içinde özdeğer duygusu kazandıran bu tecrübeyi yaşaması devrimdir. (…)
Taksim protestoları, devrimden bir iktidar vurgununu, bir katharsis’i anlayanlara da hevesler yaşattı – ama oradaki ‘sahih’ devrimci uğrak bu değildir. O cevher, insanların eylemle dönüşme tecrübesindedir.”
Gezi Direnişi, Bir Yanımız Bahar Bahçe – Tanıl Bora / Birikim Sayı 291-292 – Temmuz/Ağustos 2013