Adaçayı; yoldaşımız, tam 7 yaşında. Kaç sene yaşıyorlar bilmiyorum ama bir kaynakta 10 veya daha fazla denildiğine göre 7 önemli bir yaş. Ekonomik ömrü ise 5 yılmış. 5 yıl sonra verimi düşer demek isteniyor. Bugün doğum günü sayılır. Onunla Ege’den Akdeniz’e birlikte taşındık. Saksıdan bahçeye geçişini kutluyoruz. Cüssesini şöyle anlatayım; içine geçip çömelsem beni göremezsiniz. İyi bir saklanma yeri. Sadece benim için değil tabii; Örümcek, Salyangoz, Köpük böceği, Çekirge, Arı, Kelebek ve Bakla zınnı için de. Hem sofraları hem yuvaları.
Bahçedeki birçok Adaçayı, 7 yaşındaki ananın çocukları. En çok sevdiği, sevildiği yer burası oldu. Burada bir heves geldi yaprağına, çiçeğine, sapına. Kireçli toprağın pek takdir edilmeyen kudretinden ve ışığın bolluğundan.
Tohumdan bitmekte nazlanıyor. Çiçekler döllense de tohumu çok az oluyor, o azın tutma ihtimali ise daha da az. Biri olmuş nasılsa. Kendi kendini ektiğindendir. Oysa Şalba -burada doğal yayılışı olan Adaçayı türü- bahçeye bir geldi, pir geldi. Her yere saçıyor tohumlarını. Sanki şu sarı, bebe örümcekler için ekmişim onu. Örümcek ağlarını neden dar kafalılıkla eşleştirmişler hiç anlamam, sürekli deviniyor oysa.
Asmanın kökünde biten Şalba’yı taşıyacağım diye kışın çok sert budamıştım. Sonra safi yaprağa kesti. Bahçedeki tüm Şalba yaprakları kadar vardır başındaki yapraklar. Yaprak iriliğinde ise kimse onunla yarışamaz. Taşıyamadım tabii. Dün altında bir yılan saklanmış çıngılıyordu. Ne öğrendim; Şalba, kışın budanırsa neredeyse hiç çiçek yapmıyor, çiçek yerine el ayası kadar yaprak yapıyormuş. Adaçayı’nın yavruları ise bahar başında yapılan sert budamalardan sonra neresinden kanatıldıysa oradan püskürdü. Hesapsız ektiğim şu iki yavru yolumuzu kapatmak üzere ve budamaya rağmen yine uzattılar ayaklarını.
Bakla zınnı bu sene geç çıktı meydana. Gelincik, Çarkıfelek, Sarmaşık gül, Kosmos, Hatmi, Laden, Aynı sefa çiçeklerinin üreme organlarını yemekle yetiniyorken, çiçek sayısı arttıkça tercihleri değişti veya çeşitlendi. Menüye Adaçayı da katılmış bu sene. Normalde uzun boyunlu çiçekleriyle Adaçayı pek onlara göre değil, erkek ve dişi organları tamamıyla açıkta olan düz tablalı çiçekleri daha çok seviyorlar; Çarkıfelek çiçekleri için ölebilirler mesela. Tek bir çiçeğin başına 30’a yakın Bakla zınnı çokuşuyor.
Çiçeğin üreme organlarını yiyerek meyve tutulumunu engellemeleri düşman olarak nam salmalarına yetmiş. Aynı zamanda tozlaşmaya yardımcı oldukları gibi küçük detaylar önemsiz birer ayrıntı olarak hızlıca geçiliyor. Öyle ki internette kaybolmayı göze almazsanız hayatı hakkında elle tutulur bilgilere ulaşmak zor. Önce hayatını sona erdirmekle ilgili bilgiler veriliyor çünkü. Kimyasallarla müdahaleyi es geçersek, önerilen kültürel mücadele şekli şöyle; sabahları ağaçların altına açık renk çarşaflar serilecek, ağaçlar silkelenecek, aşağıya düşen Bakla zınnı böcekleri tek tek öldürülecek veya bir kavanoza tıkılıp kendiliğinden ölmeleri beklenecek. Dilerseniz mavi kaplara -çeşitli şekillerde yapılabiliyor -yarıya kadar su doldurulup ağaçların arasına da koyabilirsiniz. Kültürel mücadele tarım zehirlerine alternatif olabilecek bir yaklaşımın adı gibi görünsede çoğunlukla öldürme yöntemleri anlatılıyor. Çünkü kültürümüz, öldürmekle, yaşatmaktan daha fazla ilgileniyor.
Bahçedeki bütün otu biçip böcekleri çiçeksiz bırakmak, meyve çiçeklerine üşüştüklerinde de yakınıp pompayla bahçeye koşmak hiç mantıklı değil, hatta aptalca, hatta kötücül. Yapılan birçok araştırma, Bakla zınnı’nın uyanır uyanmaz daha çok beyaz çiçeklere, çiçeklerin bol olduğu zamanda ise açık mavi çiçeklere yöneldiğini bulmuş. Benim gözlemlerime ve başka çalışmalara göre ise renk seçimi konusunda çok da titiz değiller. Araştırmaların hem sebebi hem önerileri böceği yok etmenin en efektif yolunu bulmak. Satır aralarında arılara zarar vermemek için kültürel mücadelenin öne çıkarılması gerektiği söylense de takip edebildiğim yazışmalar uygulamaların böyle olmadığını gösteriyor. Çiftçiler önerilen renkli tuzakları, feromon tuzaklarını deneyip kısa dönemde bir sonuç alamazsa zehirlere yönelmiş veya yönelmeyi düşünüyor. Garantili, kesin çözümlerde gözleri. Bahçesinde bir tane bile Bakla zınnı görmeye tahammülü yok. Arılara verilen zarar da göze alınmış, alınıyor.
Halbuki birbirimize öldürme yollarını tarif etmek yerine bahçenin her yerine beyaz, açık mavi, rengarenk çiçekler ekin, desek. Orada burada söylendiği gibi fazladan çiçek, böcekleri sizin bahçenize çekmez. Zaten meyve ağaçlarınız çiçek açacak. Bakla zınnı bölgenizde yaşıyorsa, arazinizde yanmış/yanmamış hayvan gübresi bulunuyorsa ağaçla böceğin karşılaşması her halükarda gerçekleşecek demektir. En azından acısız olsun. Öyle bol ekin ki, böcekler iştahları uyanmış kapınızda bittikleri zaman hangi çiçeğe konacağını şaşırsın. Arada kaynasın kiraz ve elmanın çiçekleri. Ağaçların altına çarşaf serip bir canın iki parmak arasında çıt diye kırıldığını duymak, tuzakları yapmak veya para verip satın almak, zehir atıp tam tekmil böceklerin, kendinizin de canına od tıkmak, daha zahmetsiz, daha yükü hafif bir iş mi, çiçek ekmekten?
Bu yöntem tek türde meyve ağacı ekilen büyük bahçelerde bile işe yarar diyeceğim ancak böyle bir bahçenin kurulabilmesinin sebebinin “savaş” olduğu gerçeğini unutamıyorum. Kilometreler boyunca uzayan tarlalara ekim yapılabilmesini sağlayan yapay gübrelerin kullanımı ve yaygınlaşmasını özellikle 1. Dünya savaşına borçlu olmamız kaderin cilvesi olmasa gerek. Yapay gübre ve patlayıcı üretimini olanaklı kılan buluşun, aynı zamanda “kimyasal savaşın babası” sayılan Fritz Haber’in aklının ürünü olması unutulabilir mi? Haber’in buluşunun patenti kimya tekellerinden BASF’a verilmiş, şirketin görevlendirdiği kimya mühendisi Carl Bosch’un katkısıyla, Haber-Bosch prosesi’ne dönüşmüştür. Haber’in kendisi gibi kimyacı olan eşi Clara Immerwahr, savaşta kullanılan klor gazının üretilmesini sağlayan ve kullanılırken de bizzat denetleyen biriyle evli olmanın utancını taşıyamayarak intihar ederken, 1918’de Haber’e, Haber-Bosch prosesi için Nobel ödülü verilmiştir. Haber’i tanımlayan iki sıfatın; “kimyasal savaşın babası” ve “dünyayı açlıktan kurtaran adam” , eşit değerde övgü taşıması – baba, bir övgü kelimesidir – ve yan yana durabilmesi, kültürümüze dair ne berrak bir anlayış sunuyor. Adını “başarı” koyduğumuz bu yok edici halının altına her şey süpürülebilir. Hatta kaldırıp bakınca nelerin yanyana durabildiğini görmek şaşırtıcı oluyor. “Asmayalım da besleyim mi” ile “Dereler boşa akıyor” da burada duruyor mesela. Salgın aşısı patentleri de; boy boy. Ayrıca dünya açlıktan kurtulamadığı gibi, bugün yapay gübrelerin dünyaya verdiği zararı tartışıyoruz. Haliyle tarım alanlarında dünya savaşları hiç bitmedi. Sadece hayvanlar, toprak, hava, su değil, insan da hep topun ağzındaydı.
Bir test çalışmasında sürekli pestisit kullanılan kiraz ve elma bahçelerinde böcek biyoçeşitliliğinin düşük belli böcek türlerinin baskınlığının ise çok yüksek olduğu görülmüş. En baskın türlerden biri de Bakla zınnı. Şu durumda Bakla zınnı bir sistem hatası; ‘fatal error’ diyebiliriz gibi görünüyor. Zehirler diğer türlerin yaşam alanını daraltırken zehirlere dayanıklılık gösteren Bakla zınnı için alan açıyor. İşe bak, meğerse bahçeye davet eden bizmişiz!. Önce üretiyor, sonra öldürmeye çalışıyoruz. Tekrar ve tekrar…
Bakla zınnı kışlamak için zehirsiz, geleneksel tarım uygulamalarının yapılmadığı -toprak sürme gibi- alanları tercih ediyor, çünkü toprakta kışlıyor. Yani bahçemizdeki yoğunluğunu tarım zehirlerine/uygulamalarına borçluyuz. Bahçe olandır. Dışarıda tutmaz, yalıtamaz kendini. Zehirli bahçenin olanca yükü zehirsiz bahçenin sırtında. Ezilmeden nasıl çıkabilir ki bu işin altından? Şu dağın tepesinde ne kadar mahlukat varsa bizim bahçede. Yol boyunca hiçbir arazide bir tane salyangoz görmüyoruz örneğin. Etrafımızda bile yok. Biz de ise tırtıl, salyangoz, bakla zınnı, bit, arı, kelebek ne ararsanız var. Uçanla kaçanın buluşma adresi. “Şu yaşlı Kızılçam’ların olduğu yer var ya tepede, ihi orası” diye birbirlerine adres verdiklerini düşünüyorum.
Bir kere yanılıp bunalıp mavi kaplara su koydum. Bakla zınnı, arı, kelebek, salyangoz, örümcek, kim varsa bir tas suyun içinde öldü. Hiç düşünmeden veya sonuçlarını düşünmeden önerilenleri hayata geçirmiştim; ‘Otomatik portakal’. Benim yerime düşünen sonuçlarla benim yerime yüzleşmiyor oysa. Ardından çiçeğe boğdum bahçeyi. Biri solarken diğeri açıyor. Yine de yaptığımdan kurtulamadım. Bu, nereden baksan kendisine her türlü yetki verilmiş bir canavarın yolculuğu aynı zamanda. Her gün yataktan kalkar kalkmaz önce o zırva yetkisini bir kutuya kilitliyor, anahtarını da bulamayacağı bir yere atıyor. Bahçe anahtarla, ev kutuyla dolu.
Notlar:
- Bakla zınnı – Tropinota (Epicometis) hirta hakkında yoketmeye değil anlamaya yönelik okuyabileceğim makale önerebilecek olan var mı? Canlının yaşam döngüsünü biliyorum, amacım doğadaki rolü, tozlaşma açısından varlığı gibi daha kapsamlı bilgi verebilecek araştırmalara ulaşabilmek.
- Bir araştırmanın sonuçlarına bakarak Bakla zınnı’nı bizim ürettiğimiz çıkarımını yapmak çok da doğru değil. Ancak bu konuda biraz da sezgilerime güveniyorum.
- Erken çiçek açıp meyveye duran türlerin ekimi Bakla zınnı zararını en aza indirecektir ve daha birçok öneri de sıralanabilir ama bu kadar yıkıcı bir zihniyetin karşısında yapıcı öneriler vermenin içimden gelmediğini söylemeliyim.