Sizde de işler böyle mi yürüyor bilmiyorum ama bedenim bana hangi meyveyi yemem gerektiğini buyuruyor. Bu sene “git gel, ayva ye” dedi mesela. Neden ayvayı seçtiğini bilmiyorum ama ayvaya doğru itiliyorum. Daha doğrusu ayvanın maharetlerinden yola çıkarak çeşit çeşit cevap buluyorum. Çünkü iyi bir insan gibi iyi bir meyve ayva. İnsana iyi gelecek ne varsa çıkınında toplanmış. C vitaminine mi ihtiyacınız var, mide bağırsak problemleri mi yaşıyorsunuz, ayva almaz mıydınız? Yalan dünya kalbinize iyi gelmiyor mu, ayva ne güne duruyor? Belki dünyayı tamir edemez ama kalbinize direnme gücü verir. Hatta gıyabında konuşmak gibi olmasın belki tamir de eder. Çünkü ayvayı severek yemek veya bahçeye ekmek bugün bir direnme biçimi haline geldi.
Düşündüm taşındım, meyvelerden en çok ayvayı sevdiğime karar verdim. Onun bu göz ardı edilmişliği, onca zamandır ekilmesine rağmen hizaya girmemesi bir delicanlı olduğunu göstermiyor mu? Ayvayı yeriyor muyum övüyor muyum belli değil. Olanı da sökmeseler bari. Oysa kıymetlendiriyorum ayvayı. Sobaya bir odun atıyor çıkıp ayvayı yokluyorum. Kış ortasında daha soğuk yüzünü layıkıyla göstermemişken bir elma, armut kadar soğuğa ihtiyaç duymaması bana umut veriyor. Meyvesini yazın büyütse de, bu su istediği anlamına gelse de, sanki çöle dönsek yanımızda bulacağız ayvayı. Nedense? Çalı çırpılığından mı?
Aşılı armut fidanımız hemen evin önündeki sekide, gelenin gidenin gözü önünde armutluktan vazgeçip ayva olmaya karar verdi. Göz önünde olmanın bedelini budanması gerektiği telkinleriyle ödedi ve benim bu telkinlere en hafif deyimle aptalca riayet edip ona abuk sabuk biçimler vermeye çalışmam yüzünden bu sene hepi topu 4 tane meyve verebildi.
Elmaya, muşmulaya ve armuda anaçlık ediyor ayva. Burhan Oğuz; “Üvez’lerin (sorbus) en önemlisi ayva ağacına aşılanarak meyveleri için üretilenedir”*, diyor. Hatta ayva ilkin, 16. yüzyılda Fransa’ya armut anacı olarak giriyor.
Bizimki elma biçimli bir ayva. Sert, kuru. Diyebilirim ki harap ayvası, siz de deyin ki çöğür ayvası. Ayvalar, meyve şekline göre elma şekilli ayvalar (Cydonia oblanga var. maliformis) ve armut şekilli ayvalar (Cydonia oblanga var. pyriformis) olmak üzere ikiye ayrılıyor.
Yaşayacağım ayva kıtlığı üzerine kabuslar görürken bir komşumuz “ayvaları topluyoruz, gel sen de al” dedi de, yüreğime su serpildi. Üstelik toplayacağımız ayvaların ikisi de yerliydi; ekmek ve limon ayvası. Yerel ayvalar açısından o kadar zenginiz ki; ekmek, limon, şeker/şeker gevrek, midilli, tekkeş, istanbul, bardak, kara ali, havan, çukur göbek, bencikli, gördes, kirli, söbü, eşme, turgutlu, smyrna ayvaları. Deniz etkisine açık ılıman iklimlerde sulu ve boğucu olmayan ayvalar yetiştirmek mümkünken daha serin yerlerde yetiştirilen sert ayvalar da bir süre bekletilerek meyve etinin yumuşaması/sulanması sağlanabiliyor. Hangisini eksen olur. Ayva da bahçeni sevsin yeter ki.
Şekerle pişirme usüllerini terk edeli beri ayvayı doğrayıp yumuşayıncaya kadar kaynatıyor veya fırında pişirip mideye indiriyordum ki, bu fasılda közlenebileceğini de öğrendim. O zaman ayva, ayva olmaktan çıkıp lokuma dönüşmeye, dahası ateş başı muhabbetlerinin baştacı olmaya başladı. İbn-i Sina’ya göre çıkarılan çekirdeklerin yerine bal doldurulup delikler kapatıldıktan sonra ayvayı küle yatırarak yapılan “Ayva külbastısı” tıbbi olarak kullanılıyor (Kocaeli Bitkileri).
Küçükten büyüğe; limon, ekmek ve harap ayvası. Ayvanın olgunlaştığını renginin sarıya dönmesi yanında elimizle ovaladığımızda tüy örtüsünün kolayca kalkmasından anlayabiliriz.
Ayvanın kökeni Kafkasya bölgesi olarak kabul edilmekle birlikte en yakın çeşitlilik merkezleri arasında Kuzey Anadolu/Türkiye de yer alır. Bir görüşe göre Mezopotamya uygarlıklarından biri olan Akadlar yabani ayvayı evcilleştiren ilk uygarlıktır. Ayva ilk tarımcılar sayesinde çevre bölgelere yayılır. Mesela, Arapça’da ayva anlamına gelen “Safarjal” kelimesi, Akadlarda ayva için kullanılan “Supurgillu” kelimesinden türetilmiş. Aynı şekilde ayvanın bilimsel cins adı olan “Cydonia” Girit adasındaki bir şehrin eski adı olan Cydonea’dan geliyor. Bu da ayvanın köken bölgesinden başlayan ve giderek genişleyen yolculuğunu gözler önüne seriyor.
Antik Yunan’da düğünlerde ayva yenilmesi gibi geleneklerin, Anadolu’da düğünde damada ayva verilmesi veya gebelere çocuğunun güzel olması için ayva yemesinin öğütlenmesi kılığında sürdürülüyor olması da ayvanın yetiştiği, tanındığı, sevildiği yerleri birbirine bağlıyor. Aynı zamanda “marmelat” sözcüğünün kökeni de ayvaya, daha doğrusu ayvayı kil kavanozlarda, bal içinde saklayan Yunanlılar ve Romalılara borçluyuz. Bu saklama usulüne Eski Yunanca “melímēlon” yani “bal elması” denilirmiş (Nişanyan Sözlük ve Abdollahi). Dilden dile akratırılırken değişiklikliklere uğrayan melímēlon, marmelat oluvermiş. Dil de tıpkı ayva gibi bir demirbaş insanların çantasında.
Çok rağbet edilmeyen bir meyve olması sebebiyle, ne büyük ölçekli tarımı yapılıyor ne de diğer kültür bitkilerine reva görülen yoğun tarım uygulamalarına maruz bırakılıyor. Türkiye’de yeni yeni kapama ayva bahçeleri kurulsa da genelde ihtiyaç fazlası satışa sunuluyor. Yine de, örneğin Çin Türkiye’ye göre 7 kat fazla ayva dikili alana sahip olmasına rağmen dünya ayva üretiminde ortalamanın yaklaşık 3,6 katı ayva verimine sahibiz. 2019’da dünya ayva üretiminin % 5,5’i ticarete konu olurken, ihracatın %89’u 5 ülke tarafından karşılanıyor. Bunlardan biri de Türkiye. Çin’de bir çiçek açarken, burada dört çiçek açıyor ayva. Ancak bu Türkiye’nin değil ayvanın başarısı, tutunuşu, direnci.
Türkiye’deki evcileşme tarihine bakılınca da neredeyse yabani ayva yediğimizi söyleyebiliriz. Tohumdan ekim, aşılama gibi yöntemler yeni ayvalar üretmek için kullanılsa da kendine verimli olduğu için biteviye elimizdeki ayvaları çelikten, fideden çoğaltıp durmuşuz. Araştırma enstitüsüleri tarafından tescil edilen az sayıda yeni tipler dışında tamamıyla kendi haline bırakmışız ayvayı. Elbette üzerinde araştırmalar yapılıyor, dünyada ayva koruma merkezleri var ve piyasada yabancı çeşitler de bulmak mümkün. Yine de o buruk, boğucu meyvesinin pazara göre olmaması sayesinde paçayı kurtarmış görünüyor. Sırf bu yüzden silebilirlerdi onu yeryüzünden. Bahçeler, bahçıvanlar direnmese ve yaprağının, meyvesinin tıbbi kullanımları giderek göz doldurmasa.
Kolay lokmalara alışık, kolay lokmalara mecbur boğazlar hişt diyor ayvaya ama bir yere gitmiyor ayva, daha dün Kaf Dağı’ndan geldi, dinlesek anlatacaklarının haddi hesabı yok.
* “Türkiye Halkının Kültür Kökenleri: Halk Eczacılık ve Sağaltma Teknikleri”, Burhan Oğuz, Anadolu Aydınlanma Vakfı Yayınları, 2005.