ada büyü

Bu ada yaşadığımız odanın önünde biten sumağın etrafının çevrilmesiyle doğdu. Öyle şuraya şunu ekeceğim, buraya bunu ekeceğim gibi bir büyüklenmem olmadı, olamadı hiçbir zaman. Benden ala ekiciler dururken böyle iddiaları sahiplenmek gereksiz görünüyor. Adanın yaşayanları da sürekli değişiyor zaten. Biri ölünce yerini hemen başka bir taze dolduruyor. Bazen biri “off çok kalabalık ben başka bir yerde şansımı deneyeyim” diyor.

Sumağın yanında iki erik türü beliriverdi birden. Ben mi atmıştım tohumları, kuşlar mı taşımıştı kim bilir. Bazen kendime pay çıkarıyorum, bazen de kuşlara övgü diziyorum. Kimin kuş, kimin insan olduğu bu kadar net olmasa keşke. Biri can eriği, diğeri yaban eriğiydi. Ada su yüzüne çıkmaya başladı. Sumak ise kuruyup terk etti bizi. Belki “zaten benden çok var, şu eriklere yer açayım” demiştir. Kuruduğundan emin olunca üst dallarını kestim ama hemen kökünde büyüyen kahkaha çiçeğine direklik etsin, bir kuşa tünek olsun diye bıraktım gövdesini.

Birer kök kasımpatı ektim eriklerin yanına. Suyumuz az, sebeplensin onlar da. Sonra bahçedeki ilk yerini sevmeyen filbahriyi taşıdım. Bir katır tırnağı hiç fena olmazdı hani. Gömdüm tohumunu yanlarına. Lavantin gelmesin miydi sarılarıyla? O da buyur etti. Bir erguvan tohumuna burada yer açamaz mıydık yani? Lafı mı olur. Hep gözümün önünde olan, bahçenin kalan kısımlarına göre daha çok ilgilenebildiğim yeri burası. Bir taşkın görmek istiyorum burada. Sen de gel.

Yer elması, süs bitkisi olamaz mıydı? Ne güzel olurdu. Ya mor havuç? Saçtım tohumlarını onun da adaya. Yemek için eksem bu kadar iştahla büyümezdi o kesin. Kokar sedef otu geldi sonra, tohumdan. Süsen geldi yumrudan. Leylak bir şehrin bahçesinden, karanfil bir teyzenin saksısından. Topuk çayı sevimliliğinden yer kaptı.

Kardaş kınasını unutmamalıyım, sarı ekşi yoncayı da. O kadar küçükler ki kayboluyorlar bazen gözden. Silifke’nin boyun eğdiren rüzgârına yenik düşmesin, yan dallar uzatabilsin diye tepesini kestiğim geyik elmasını da. Bu kalabalığın içinde o kadar tekil duruyor ki görünmez oluyor o da.

İki soğanı, çiçeğini göstersin diye lavantinin yanına iliştirdim. Kağıt çiçeği, gelin döndüren,yabani fesleğen, güngülü, geniş yapraklı sinir otu, oğul otu, yabani pırasa, bit otu, gavur baklası, cavır soğanı, misk adaçayı, ayaklı şalba tohumlarıyla geldi. Marul, aynı sefa ve papatya, yemlik, yağlı kaside bu birlikteliğe kendi kararlarıyla katıldılar. Itır, eci bücü, taş kekiği, ıhlamur, ak püren, bozlan otu ve zeytinin çelik veya fidelerini taşıdım. Olana seyirci kalamayan dar yapraklı ekinezya durur mu? O da gelmek istedi. Daha görünmeyenler var. Görünmeyenler derken henüz ilk yapraklarını göstermeyenlerden veya yapraklar görünse de çiçeklenmeden tanıyamadığım bitkilerden bahsediyorum. Bunca farklı bitkinin bir arada yaşaması içimi dolu dizgin akmak isteyen bir nehire çeviriyor.

Aslında bir yarımada oldular. Önce iki adayken birleşmeye karar verdiler bu bahar. Ellerini uzatıp birbirini çekti iki sınır komşusu; yağlı kaside ve yabani fesleğen. Bu sıkışıklığın anlamı toprağın her hücresinin çiçeğe dönmesi… Aslına dönmesi yani.

Küçücük bir yerin saydığım tüm bitkilere yer vermesi imkansız gibi görünüyor değil mi? Oysa ada dalgalanıyor. Süsen ve kokar sedef otu geçerken kasımpatı ayağa kalkıyor. Lavantin büyüdükçe topuk çayı da kendini aşmak istiyor. Leylak tohuma dönmüşken hepsi koşuyor. Yemlik tohumlarını dökerken yerini yer elmasına bırakıyor. Sonra kış geliyor ve çekilerek bir ıssızlığa bırakıyorlar adayı. O zaman görseniz bu canlılığı hayal dahi edemezsiniz. Her bahar şaşırıyorum, her bahar…

Adanın eski sakinleri kömüş mancarı, sirken, su buldu mu görünen semiz otu, yerle bir olan madımak, çoban çökerten ve gelip gitmeyen kadife çiçekleri, meksika papatyası da var. İki yerden de baştankaranın bütün kış azığı olan su kabağı tohumları patladı. Daha yeni gelen bahar yağmurları başka kimleri uyandıracak acaba?

BÜYÜ-yor ADA. Taşlar az öteye çekilip bir bitki ekiliyor. Taşlar az öteye çekilip bir tohuma sana da yer var deniyor. Kuşlar ve karıncalar ve rüzgâr marifetlerini gösterdikçe taşlar az öteye çekiliyor.

Şimdi kızılçamın etrafında ikinci adamızı oluşturuyoruz. Kızılçam Akdeniz’in ikinci güneşi ne de olsa. Böyle böyle dünyaya taşacağız.

Not: Tüm bitkiler farklı zamanlarda anlattığım, çoğu bu coğrafyanın yabani bitkileri. Şu yağmurlar geçince, bir de her biri çiçek açtıkça adadaki halleriyle fotoğraflarını ekleyeceğim ama blogda adlarıyla aratıp gül cemallerini görebilirsiniz.

Yukarıya kaydır