9 Nisan 2020
Bugün şehirden dönüşte varlığımın sabun, kolonya, dezenfektan ile ayakta kalamayacağını anlayıp arınma işinde bir kısır döngüye girdim. Şunu tutmayacaktım, bunu ellemeyecektim, yüzüme dokunmayacaktım derken error. Baktım olmuyor, yağmura çıkıp şu Kızılçam kadar ıslandım.
26 Mart 2020
24 Mart 2020
Bir hastalığı daha insan sağlığı için acı bedeller ödeyen Rhesus maymunlarının hayatına kastederek anlamaya çalışıyoruz. Koronavirüsü anlamak üzere yapılan bir deneyde virüsle enfekte edilen maymunlardan biri ölmüş; Adı M3. M3 hakkında verilen tek bilgi 3 veya 5 kilo olduğu ve 3-5 yaş aralığında olduğu ve deney sonunda ona ötenazi uygulandığı.
Oysa en çok şimdi, bu virüsün yaban hayvanlarının yaşam alanlarına müdahale etmemiz sonucu insana geçtiği düşünülürken, dönüp neyi ihlal ettiğimize bakmamız gerekmiyor mu? Hayvan deneyleri yerine başka bir kavrayışı, yöntemi hayata geçirmek için bundan daha uygun bir zaman düşünülebilir mi? Virüs, insan faaliyetlerinin durması gerektiği sınırı bize göstermiyor mu?
Werner Herzog, Ayı Adam (Grizzly Man) belgeselinde bu sınırı anlatır; sevgi ve merak gibi masum görülebilecek duygularla hareket etsek bile, hayvanlarla aramızda olması gereken, müdahale edemeyeceğimiz, aşamayacağımız, ancak saygı duyabileceğimiz sınırı. Aynı sınır üzerine başka bir film de Arkadaşım Tilki (Le Renard Et L’enfant). Veya Never Cry Wolf. Eski bir Inuit şarkısıyla biter film;
“Küçük maceralarımı tekrar düşünüyorum
En küçükleri bile bana devasa gelen korkularımı
Sahip olmam ve ulaşmam gereken hayati şeyleri
Ama her ne olursa olsun, önemli tek bir şey var, tek bir şey
Yeni günün başlangıcını ve evreni aydınlatan o ışığı görmek için yaşamak.”
M3’e ve ışıklarını çaldığımız tüm hayvanlara saygıyla ve utançla.
Söz konusu deneyin yapıldığı araştırma: https://www.biorxiv.org/co…/10.1101/2020.03.13.990226v1.full
23 Mart 2020
Pınar Öğünç çok güzel bir yazı dizisine başladı. İki gündür devam ediyor. Belki sıradan bir zamanda çalışan insanların hikayesi ilgi görmeyebilirdi. Ama virüsün etkisiyle her birimiz birer kahraman olmaya doğru gidiyoruz. Tüm hızıyla üzerimize doğru gelen devasa bir topa tek başımıza kafa atmaya çalışıyoruz. Topu nasıl savuşturuyoruz, ne yapabiliyoruz, veya kafamızı mı dağıtıyor, bu önemli. Şöyle diyor Öğünç; “Gezegeni saran bir virüsün birkaç ay içinde yarattığı bu öngörülemez olağanüstü halin, kapitalizmin hâlihazırdaki eşitsizliklerini görünür kıldığından, derinleştirdiğinden ve bundan sonra hiçbir şeyin aynı kalamayacağından konuşuyor çok insan. Kalamayacak mı gerçekten? Neden kalmasın ki? Varlığını, her veçhesiyle sömürgeciliğe, cinsiyetçi iş bölümüne ve tam da derin bir eşitsizliğe borçlu bu düzen kötücül bir virüs gibi ruhlarımızı ve bedenlerimizi sarmışken “iyileşmek” nasıl mümkün?” Tek başına cevaplanamayacak kadar büyük bir soru.
Bugünün kahramanı Semra; “sanki bir şey bizi öyle oradan oraya sürüklüyor.” diyor, içinden çıkamadığı kapanı anlatmak için. Paul Valery’in dizeleri geliyor aklıma; “bir kuş gibi hafif olmak istiyorum tüy gibi değil” Ben de bir kuştan düşen tüyleri buluyorum bazen bahçede. Ama kuş uçmaya devam ediyor.
22 Mart 2020
Bugün gönlüme bir ot düştü; Pullu ot (Hymenocarpus circinnatus). Geçen sene paylaşacak olmuş, hatta bir çizim de yapmıştım ama aslı yanında o kadar sönük kalmıştı ki. Bu sene çizime tekrar bakınca, yüzüme baharın ılıklığı vurunca içimi ısıttı, hadi dedim, Pullu Ot, sıra sende.
Babam yürümeyi çok sever. Güneşi sever, ağacı sever, çiçeği sever, gökyüzünü sever, denizi sever. Dünyayı sevmeyi de bana o öğretti. Seni görseydi ‘Bre ne acayib bir otmuş bu’ derdi. Kaç gündür kimseyle temas etmeden, bir yere oturmadan yürüyüp evine geliyordu. Artık bunu yapamayacak.
Genç nüfus dışarıda olduğu sürece yaşlıları evlerine hapsederek koruyamayız. Elbette evimizde kalmalıyız ama bu önlem sadece virüsün yayılma hızını düşürmekle ilgili. Enfekte olma ihtimalimiz yüksek ve dünyanın defalarca yaşadığı bunun gibi salgınlardan el yıkayarak, evden çıkmayarak sonsuza dek kaçınamayız. Bu uygulamanın doğru olmadığını düşünüyorum, hem gençlere artık risk yok, istediğiniz kadar dolaşabilirsiniz mesajı verecek, -ki öyle değil, birçok ülkeden gelen veriler gençlerin de risk altında olduğunu gösteriyor, daha doğrusu ağır hasta olup olmayacaklarının nasıl beslendikleriyle, nasıl yaşadıklarıyla ilgili olduğunu gösteriyor- hem tüm toplum kesimleri için bir an önce alınması gereken tedbirlerden kaçınmayı sağlayacak, hem de olası kötü bir tabloyu sadece ertelemeye yarayacak. Ne pahasına? Elbette ki ekonomi. Zaten salgın dışında bugün geldiğimiz noktayı da ekonomiye iman etmeye borçlu değil miyiz? Oysa şu süreçte en yapılamaz denilenin gayet uygulanabilir olduğuna, dünyanın kararmış ciğerlerine soluk gittiğine tanık oluyoruz. Para değil hayat. Tüm sevdiklerimiz için. Pullu ot için.
21 Mart 2020
Normalde yalıtılmış bir ortamda yaşıyoruz. Ve henüz yayla dönemi açılmadı. Hava geceleri oldukça soğuk. İki gün önce yine kar yağdı. Ama sosyal mesafelenmeyi tatil olarak gören birçok kişi yayla evlerine ve bu alanlarda hizmet veren lokantalara akın etti. Biz de bu lokantalardan birinden köpeklerimiz için kemik alıyoruz. Kış boyunca gelmeyen kemik dün geldi. Üstelik biz almaya gitmedik, çok fazla olunca lokanta sahibi incelik edip biriyle göndermiş. Dudaklarımda acı bir gülümseme. Bu insanlara kızmanın da bir anlamı yok çünkü durumun gerektiği bir ciddiyetle uyarılmıyorlar. Hangi şehirde kaç vaka olduğunu bilmiyoruz. Vakaların toplandığı şehirler varsa karantina uygulaması yapılmıyor. Vaka sayısının düşük olması yeterince test yapılmamasıyla ilgili olabilir. Dolayısıyla partikül boyutu 100-120 nanometre olan SARS-CoV-2 virüsünün en sevdiği ülkelerden biri olma yolunda ilerliyor olabiliriz.
Sevdiklerimizi korumak hiç tanımadığımız insanları ve özellikle dezavantajlı kişi ve toplulukları korumak ve gözetebilmekle ilgili. Olduğumuz, olacağımız, oyun yerimiz, soluğumuz, yuvamız dünyayla ilgili. Virüs özellikle akciğere yerleşiyor ve orta-ağır belirtilerle hastalığı atlatan kişilerde kalıcı akciğer hasarına sebep olabileceği söyleniyor. Bu yeterince ve ciğerlerimizi doldurabilecek kadar nefes alamayabiliriz demek. Çeşitli ekonomik bahanelerle durdurulmayan karbon salınımı devam ederse de aynı şey olacak. Aldığımız nefesler attığımız adımlara yetmeyecek. Bugün bahar bayramı. Bir yarı kürede toprak uyanıyor. Virüsün bize anlatmaya çalıştığı meseli can kulağıyla dinliyorum. Can kulağıyla. Ses derinden ve kesik kesik geliyor
20 Mart 2020
Bir salgın durumunda yabanda olmanın kimi avantajları da var;
– İnsanlarla temasın çok kısıtlı ya da hiç olmaması,
– Her ne kadar bir insanın ihtiyaç duyabileceği tüm besinleri üretebilmesi mümkün değilse de dışarıdan tedarik ettiğimiz ürünleri günlük değil, depolayabilecek şekilde almak. Geçmişin erzak/zahire mantığı.(Bu da biraz maddi donanımla ilgili çoğu zaman böyle olmayabiliyor.)
– Sebze, meyve ağacı ekimi, bunların değerlendirilmesi yoluyla yiyecek üretebilmek,
– Ekmeğimizi yapabilmek,
– Virüsün zamanlaması itibariyle bahar başlangıcındayız. Yenilebilir yaban bitkilerini toplayabilmek,
– Evde daha çok zaman geçirebilme veya eve kapanma lüksüne sahip olanların belki bu süreçte keşfedeceği ev ahalisinin birbirine zaman ayırması, birbirinin farkında olması, birbirini dinlemesi süreci bizim için olağanüstü değil halihazırda olan. Yani dirençli bir psikoloji. Kriz ortamlarında birçok insanın yaşadığı gibi sorumluluk duyma/alma, sempati ve empati duygularımız güçleniyor. Bu ortaklaşmayı mucize gibi bağrıma basıyorum. Ancak bu tutum alışların genelde karşılığının olmaması dirençli psikolojileri de alt edebiliyor.
Gelgelelim şuna; bir projeksiyona göre Sars-Cov-2 virüsü diğer grip virüsleri gibi hayatımızın bir parçası olacak. Benim deneyimim şehire indiğimde kaptığım grip virüslerini ağır yatalak biçimde atlattığım yönünde. Herhangi bir sağlık problemim ve kronik hastalığım yok, iyi beslendiğimi iddia edemem, her şeyi kendimiz yetiştiremediğimiz ve sağlıklı/güvenilir gıdalara ulaşmak hala bir imtiyaz olduğu sürece kim iddia edebilir ki? Neden dezavantajlı olduğumu düşündüğümde aklıma şu cevap geliyor; bildiğimiz ve hali hazırda şehirlerde yaygın olan virüslere bağışıklık kazanabileceğimiz bir ortamda değiliz. Karşılaşmıyoruz veya karşılaşma miktarımız o kadar az ki bu da bağışıklık sağlamaya yetmiyor. Kırda/yabanda yaşayanların deneyimleri neler, paylaşmak isteyen olur mu?
Bu yazının peşine Eci bücü’yü taktım (Silene vulgaris) . Ektiğim tohumlar arasında ilk merhaba diyenler onlar. Hakkında bilgi için; http://yaziyaban.com/eci-bucu/
19 Mart 2020
Hayat sen niye bu kadar beklenmediksin? 10 sene önce İstanbul’dan ayrılırken haksız sebeplerle işten atıldığım şirketime dava açmıştım. Önce İşe iade davasını kazandım. Sonra tazminatımı ödememek için samimiyetsiz bir şekilde işe çağrılmam sonucu yaklaşık 1 ay çalışmaya devam edip bu defa “alacak davası” açtım. Bu 1 ay inanılmaz bir mobingle, aşağılanma, hakaretle geçti. Biraz daha dayanabilseydim mobing davası açabilirdim. Hukuki temayüllere göre yeniden dava açma süresini aşmıştım. (Bu süre 15 gün) Bir kere çalışmayı kabul etmiştim artık, elden birşey gelmezdi, sonucu sineye çekmem gerekiyordu. Bu çaresizliğe direndim, oturup iş hukuku kitapları okudum, örnek davaları inceledim. Kendi dava dosyamı hazırladım. Ve bana bu süreçte destek olacak, inanacak bir avukat arayışına girerek eski avukatımı değiştirdim. Tüm bu sancılı süreç 10 yıl sürdü. Ve bugün davam sonuçlandı. Kazandım. Bu dava benzer süreçleri yaşayanlar için emsal oluşturabilecek bir dava bu yüzden önemli. Her ne kadar işçileri işe iade davalarıyla bireysel mücadele etmeye mecbur bıraksalar da, kanunlar işçiyi değil, işvereni korusa da kazandım. Öte yandan virüs sebebiyle tüm adli süreçler askıya alındığı için hakkettiğim tazminatı şu anda alamıyorum. Ne şans 😉 Ama bu şimdi hiç önemli değil. Sevgili insan formundaki kelebekler, kuşlar ve ağaçlar. Şu anda “hayat” önemli. Hayata sarılın, o en büyük, en eski, en ulu ağaç.
Bu süreçte bana destek olan dayanışma topluluğu
Plaza Eylem Platformu ‘na, avukatım İzzet Otru’ya çok teşekkür ederim. Karanfilgillerin bir üyesi. Adı, Dimisok. ‘Karanfil elden ele’ işte böyle birşey.
19 Mart 2020
Sevgili 60 yaş üzerindeki insanlar, yüksek tansiyon, kalp ve damar, şeker, kanser, böbrek ve karaciğer hastalıkları olanlar, -aslında dikkat etmesi gerekenler listesi daha uzun ama kısa keseceğim- dünyanın başka ülkelerindeki deneyimler gösteriyor ki virüs bulaşan insan sayısı geometrik bir şekilde artıyor. Henüz az sayıda kişiye bulaşmışken bunun önemini kavrayamayabiliriz. Ama bu artış şu anlama geliyor; bugün 191 kişi enfekte olduysa bu sayı yarın 382, sonraki gün 764, sonraki gün 1528, sonraki gün 3056, sonraki gün 6112 olacak demektir. Üç aşağı beş yukarı. Sorumluluk sahibi olan bilim insanlarının döne döne uyarmasının sebebi bizi bu sayıların arasına sokmamak. Bu bir salgın…Ve virüs bizi enfekte etmeden bundan kurtulabilmek neredeyse imkansız gibi. Ve amaç sadece virüsün bize bulaşmasını engellemek değil aynı anda hastanelere binlerce insanın yığılmasını engellemek. Hayalgücü eksiğimiz var. Bunu da şöyle anlatayım korkulan sadece koronavirüs değil, binlerce insanın hastanelere yığılması durumunda basitten zora hiçbir konuda sağlık hizmeti alamayabiliriz, örneğin risksiz grupta yer alan çocuğumuz kanlı ishal mi oldu, onu götürebileceğimiz hastane bulamayabiliriz demek.
Dolayısıyla bırakalım felaket senaryolarını, İktidarlar bunu şöyle kullanacak, böyle kesecek, asacak iddialarını bir kenara. Bugün sorumluluk almayana yarın bu distopya gerçekleştiğinde neden güvenelim? Sözü Zapatistalara verirsek “Sözün, dinleyen kulakların ve yüreklerin buluşabilecekleri birçok biçim -yollar, takvimler ve coğrafyalar- var. Hayat için verilen bu mücadele de bunlardan birisi olabilir.” Hangi senaryo geçerli olursa olsun bugünün işi değişmiyor. Kendimizin ve sevdiklerimizin iyiliği için içinde bulunduğumuz, ve eğer bir Robinson Cruose değilsek az veya çok temas içinde olduğumuz topluluğu korumak. Keşke bir dağ başında yaşamak beni tüm bunlardan azade kılsa. Ama ilk virüs teşhisi konulduğu gün elini tahrayla kesen bir köylüyü hastaneye götürdük. Çayım şekerim, tütünüm bitecek ve çarşıya ineceğim. Bir sevdiğim hastaneye düşecek yardıma gideceğim. Bu yalıtılmışlık sanısı ve ütopyası da virüs bahanesiyle son nefesini verir umarım.
Bu konularda doğru bilgiye ulaşabilmek için lütfen Bülent Şık ve Çağhan Kızıl’ı takibe alınız. İkisinin de sosyal medya hesapları var. Şuraya iliştiriyorum;
https://www.facebook.com/caghankizil
https://www.facebook.com/bulentilgaz
18 Mart 2020
17 Mart 2020
16 Mart 2020
Bitkilerle ilgili yazacağım dedim ama düşünemiyorum bile. Elbette bir felaket konuşarak geçiştirilemez ama elimde sesimden başka bir şey yok. Yakın çevremde kronik hastalığı olan birçok insan var, toplumun -nasıl bir toplamsa bu- en dezavantajlı kesimleri, göçmenler, mülteciler, tutuklular, sokakta yaşayanlar, yaşlılar, sağlıkçılar. Her birimiz yaşayabileceğimiz felaketten sorumlu olacağız. Ve gördüğüm kadarıyla durumu ciddiye alan insan sayısı çok az. 300 İtalyan doktorun imzasıyla bir metin yayınlandı. Özetle diyorlar ki insanlara evden çıkmayın demek yeterli değil. “Bu yüzden, hükümetinizi hemen şimdi harekete geçmeye zorlamak için elinizden geleni yapın!” Etkilenecek olan sadece insan nüfusunu da değil; Tayland’da çoğunlukla turistlerin beslediği maymunlar koronavirüsü salgını yüzünden boşalan şehirde kendilerini besleyecek kimse kalmayınca şehri basmış.
İtalya’da hayat durmuş gibi gösteriliyor ama fabrikalar çalışıyor. İşçiler greve gitti. İçlerinden biri şöyle diyor; “Hükümet fabrikaları tatil etmedi, bir yandan ‘evinizde kalın’ diye talimatlar çıkartıp diğer yandan fabrikadaki montaj hattı işçilerini bile çalıştırıyorlar, biz işçilerin ve ailelerimizin sağlığını ve yaşamını riske ediyorlar” Yine İtalya’da hastaneye başvurmak zorunda kalan insanların yaş ortalaması 25-45’e düştü. Sorumluluk alın lütfen. Buna işe gitmemeyi talep etmek ve dezavantajlı olanlar için gerekli önlemlerin alınmasını istemek de dahil.
Görünen o ki hiçbir hükümet bunu bir halk sağlığı sorunu olarak görmüyor, tüm reçeteler ekonomi dinini kurtarmak üzerine kurulu. Ne garip değil mi! İnsanın en az anlam ifade ettiği yer ekonomi. Ekonomiye göre hem kendimiz hem de içinde yaşadığımız orman için bir ağaç değiliz hiçbirimiz. Ağacı kim, ormanı kim koruyacak? Öte yandan Çin’in aldığı önlemlerin ilk defa karbon salınımına etkisi olduğu söyleniyor. Belki de virüs dünya için neler yapmamız gerektiğini bize uygulamalı olarak gösteriyordur. Ve dünya bir dipnot değil.
https://www.birgun.net/haber/300-italyan-doktordan-dunyaya-koronavirusle-ilgili-acik-mektup-291868
14 Mart 2020
Koronavirüsü ciddiye almak gerekiyor. Yaşlılarımız rehberlerimiz, bilgelerimiz önemli. Ayrıca virüs bağışıklığı düşük olanlar, kronik bir hastalığı olanlar için de tehlikeli. Ama bundan da önemlisi çok vaka olması durumunda hastanelerin maksimum kapasiteye ulaşması ki bu durumda herhangi bir konuda tıbbi hizmet almak mümkün olmayacak.
Birçok bilgi dolaşıyor. Çocuklar tehlikede değil deniyor. Ama sağlıklı olmayanlar, iyi beslenemeyenler ne olacak? 0-9 yaş arası dışında daha büyük çocuklar için hala bir risk söz konusu. Erkeklerde kadınlardan daha fazla ölüm görülmesi östrojen hormonuna bağlanıyor. Şu durumda menopoz döneminde bulunan kadınlar için de durum ciddiyet taşıyor. Göçmenler ve tutuklular için sağlık güvencesi, çalışanlara ücretli izin hakkı talep etmek zorundayız. Sorumluluk sahibi olmayan yönecilere karşı sesimizi yükseltmenin tam zamanı.
Hiçbirimiz bundan azade değiliz. Virüs tüm yüzeylerde 1-9 gün arası yaşayabiliyor. Ve hastalık görülmeye başladığı andan itibaren astronomik bir şekilde hasta sayısı artıyor. Virüsten korunmak için işe yarayan tek yöntemin ‘sosyal mesafelenme’ olduğu bilgisi veriliyor. Lütfen bu uyarıları ciddiye alıp en azından bir süre mecbur kalmadıkça evimizden çıkmayalım. Bu süreci keyifle geçirebilmemiz için bitkileri anlatmaya devam edeceğim.
Panik değil ama ciddiyet. Uzun bir süredir belki de ilk kez kendi iyiliğimizin bir başkasının iyiliğine sımsıkı bağlı olduğunu berrak bir şekilde gösterdi bize virüs. Tam bu noktaya dimdik bakmak gerekiyor. Bahar geliyor. Akbubeçlik açtı. Onu herkes görsün.