İlk nerede karşılaştık hatırlamıyorum ama her yerin otu boz ot (Marrubium vulgare). Nektarına, şifasına rağmen yolunup atılan otlardan biri, çünkü hayvana olduğu gibi insana da yapışıyor tohumları. Ne toprak seçiyor, ne hava. Gölgede de var, güneşte de. Nemli gübreli yerlerde yaprakları daha iriceyken, Akdeniz sıcağının alnında küçük, kavruk yapraklarıyla kokan yine o. Ballıbabagiller ailesinin bir üyesi olarak ünlü kardeşlerinden geri kalır yanı da yok. Adı üstünde ballı olduğu için de arılar, kelebekler sebepleniyor Boz ottan.
Toprak üstü kısımları baharat olarak kullanıyor ve ilaç olarak bilinen en eski bitkilerden biri. Çiçekler açtığında odunsu saplara kadar olan taze üst dallar kesilerek gölge ve havadar yerlerde kurutuluyor. Amfizem, astım, bronşit, iştahsızlık, kalp, menstrüasyon, öksürük, selülit, sinir bozukluğu, şişmanlık ve uykusuzluk, halk hekimliğinde yararlanıldığı alanlar. Hassas ve tahriş olmuş ciltlerde yatıştırıcı, kozmetikte de antiseptik olarak değerlendiriliyor.
60 cm kadar boylanabilen, çok yıllık bir bitki. Bir yerde bir kere bitti mi, sonradan yeniden ekme derdi hiç olmuyor. Çok dallı, yaprakların üstü yeşil, altı grimsi yeşil, yumuşak tüylerle kaplı, oval biçimli, yaprak kenarları dişli. Küçücük beyaz çiçeklerini yaprak sapının hemen üstünde açıyor. O çiçek öbekleri zamanla birleşip yassı birer top oluyor.
Bir de boz ota konmuş bir minik sevbeni kelebeği (Satyrium acaciae). Aslında bir de değil, onlarca. Üzerine yumurtasını bıraktığı, tombul ve yeşil yavrularının besini çakal eriği (Prunus spinosa) ektiğimi bir kuştan haber almıştır mutlaka.