nektarın sineği, otun böceği

Kıra yerleşme kararı, malınız, mülkünüz, birikimleriniz, becerilerinizi paraya tahvil edebileceğiniz yetenekleriniz yoksa hep zor bir karardır. Bu sonuncusu da en beteridir; para kazanmaktan utanmak. Beteridir dediğime bakmayın bunu söylerken bile birilerinin gelip bana paradan utanmamam gerektiğini anlatabilme imkânı yok. O kadar ki kapalı bu kapı. Bu yerleşik duygunun bulduğum bulamadığım birçok sebebi var.

Topraktan, yaşadığım yerin imkânlarını kullanarak üretmeyi denemedim değil, tam tersine hep böyle bir geçimlik ekonomi oluşturmayı hayal ettim. Cevizler büyüyecek ve ben meyveyi, meyveden yaptığım tatlıları satacağım. Domatesler büyüyecek ve salça yapıp satacağım, kurutup satacağım, zeytinyağında bekletip satacağım. Sonra kazandığımla burada ektiğime, büyüttüğüme bakarak yaşayacağım. Denedim ama denemelerin hiçbiri içime sinmedi. Cevizler, domatesler alıcısına kilometrelerce yolu kat ederek ulaşıyordu. Bu yolun ve aracıların masraflarıyla 1 lira olacakken, 5 lira oluyordu. Yolda eziliyor, büzülüyor, pörsüyordu. Bir de alıcının market ürünü beklentisiyle uğraşıyordum. İşin tanıtımı, ambalajı, kargo günü vardı. Kesilen komisyonlara razı gelme gerekliliği, sertifikası, izni, hijyeni, belgesi, sürekli bir al/sat dili. Kendi yağında kavrulmaya hiçbir yerde izin verilmiyor. Yaptıgımı bozdum.

5 yıl sonra ilk kez bugünlerde derdiğimi, topladığımı yeniden satma telaşı içindeyim. Bitki çayı ve baharat olarak kullanılmak üzere tohumdan ve fideden ektiğim bitkileri toplayıp kurutup yaprak ve çiçek olarak satacağım. Bu niyetin belirlemesiyle birlikte mideme hafif bir bulantı yerleşmeye başladı. Nektardan sineği, ottan böceği ayıklayamayacak oluşum, bu böcek ve sineklerin kendilerini ürünleri satın alanların bardaklarında, tabaklarında sergileyecek olma ihtimali. Ve arkasından gelebilecek geri dönüşler, “bunun içinden böcek çıktı, bögh”

Kısa bir süre öncesine kadar “ev yemekleri” yazan bir yerde karnımı doyurmaya kalktığımda, pilavımdan taş çıkacak, çorbamdan saç çıkacak diye aranırdım. Ailemle yaşarken ise aşın taşının bu defa kime denk geleceği üzerine bahse girerdik. Babam hep kendisine denk geldiğini iddia ederdi çünkü yaygarayı koparan oydu. Biz de gülüşürdük. Tu kaka olması öte yana bulgurun, pirincin taşı bir sofra ritüeline, kahkahaya eşlik ederdi. Ancak zamanla lokanta aşçılarını saçlarında bonelerle görmeye başladık, tüm tahıllar paketlere girdi. Un içinde hayat olmayan gezegenlere benzedi. Eğer evin erzağı paketli ürünlerden değil de zahirecilerde satılan açık ürünlerden temin ediliyorsa böyle bir ihtimal var yine de. Çok sevdiğim firik pilavının içinden hâlâ taş çıkabiliyor. Yediğimin toprakta yetişen bir besin olduğuna, hayatın her şeyiyle kontrol edilebilir olmadığına işaret etmek için. Ancak bundan rahatsız olanlar da var. Örneğin bir arkadaşım her şeyin en temizini markette bulacağına iman etmiş durumda. Haklı. Böcekten, sinekten, taştan, saçtan arınmış ürün arıyorsanız bunun adresi markettir. Ancak bozulup yeniden kaynatılan salçaların, büskiviye katılan tarihi geçmiş yumurtaların, kaşara dönüştürülen eski peynirlerin adresi de aynıdır.

En azından benim derdiğim otları alanlara böceklerle karşılaşma garantisi veriyorum. Onları kavanozlarken dikkatle böceğini, sineğini ayıklayıp öyle nihayete erdiriyorum işi. Niye kavanoza girsinler değil mi, bahçede dolanmak varken? Yine de civan perçemi çiçeğinin arasına girmiş küçücük bir salyangozu göremeyebilirim. Salyangoz oraya çok yakışmaktadır, orada olması hiç garipsenecek bir şey değildir hatta bahçenin selamıdır. Görürseniz başka bir bahçeye bırakınız.

Sonra bu düşüncelere kurtçuklar eşlik ediyor ve kendimi yüzümü okşarken buluyorum. Bize köpeklerden veya kurtlardan miras kaldığı düşünülen, geceleri yüzümüzdeki deliklerden çıkıp, ten tarlamızda gezinerek karnını doyuran mini minnacık kurtçuklar var. 20 bin yıldır taşıyormuşuz onları.* Taşıdığımız milyonlarca benzeri canlıyla beraber biz de bu canlıların yuvasıyız.

*https://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/05/150508_vert_ear_yuzdeki_kurtcuklar

Yukarıya kaydır