sumağa övgü

Hiç ama hiç sulamadan büyütebileceğimiz kaç ağaç vardır ki? Gübre vermeden, böylesine tek başına, böylesine umursamaz, yazın sıcağında böylesine gümrah, rüzgâra, soğuğa, dona aldırmadan, bir taş yığınının içinde, rüzgârla, üç beş keçinin bokuyla taşların arasında birikmeye fırsat bulmuş azıcık toprakta, kaç ağaç büyür? Taş yığınından eve bir yol açalım dedik, bir sumağın kökü çıktı meydana, o kökü tutan toprağa baktım durdum. Durdum, baktım. Evet, meftunum ona, bu yoksul sözlerle anlatılamayacak kadar.

Hem de ilk seneden, ilk yapraklarını gördüğümüz andan itibaren sergilediği bir güç bu. Hemencecik de meyveye durur. Yaprağı, kabuğu, meyvesi değerlendirilir, aynı zamanda şifalıdır. Ormanda bütün bitkiler böyle büyür de sumak orman da istemiyor, yeter ki bir kere yerleşsin. Bunca yorulmuş, harcanmış, yüzü çoktan akıp nehirlere, denizlere karışmış toprakta, nasıl? Bahçedeki hiçbir şey onun kadar keyifli değil, kızılçam bile, kermes meşesi bile, menengiç bile, badem bile, alıç bile. Onlar iklim krizinden haberli. Ama sumak, bildiğin kahraman. “Dünyayı elinizden kurtaracağım” diyor. Onun keyfinin eksildiğini, yüzünün ekşidiğini görürsem, işte o zaman titrerim korkudan. “sumak eşiği” diyorum buna, pusulam.

Şimdi de henüz bir çardak yapamadığımız asmaya direk olmaya soyunmuş. Asmalı sumak veya sumaklı asma ağacı. Başında yaban arıları, meyvesinin kızarmasını bekleyen kuşlar, içime içime büyüyor.

hâl

Bir de sonbaharı var sumağın
alevli kollarıyla bir
nihayet perisi gibi göğü saran.

Yukarıya kaydır