3-5 arkadaş gecekonduda geçen bir hikayeyi foto-roman haline getirmeye karar vermiştik. Çekimler, en uygun ortamı sunan bizim evde yapılacaktı. Ortaköy’de bir bodrum katıydı. Yarı yeraltı, yarı ışık. Küf kokusu ve karanlık. 1 milyoncuların yeni açıldığı zamanlardı. Gidip çiçekli tabaklar almıştım. Senaryo için kurduğumuz akşam sofrasında kullanıldı bu tabak.
Hatta o gün arkadaşlardan biri birazcık da istihzayla “arasak daha uygun tabaklar bulamazdık” demişti. Yoksulluğu hatırlatan her kabın; belli sınıflara mal edilmiş zevklerin, çizilmiş melaminlerin, plastik kavanozların, alüminyum tencerelerin kendinden ağır bir hikayesi olduğunu, yoksulluğun o tabakla değil çok daha eski bir hikayeyle başladığını unutarak. Gülüştük. Böyle düşüncesizliklere gülmek keşke bu kadar kolay olmasa.
Doğrudur; “Seninle Başlamadı”. Belki içinde olduğun, belki dışında durabilmek için kırk takla attığın yoksulluk tam bu anda her yerde sahneleniyor örneğin. Öyle ki iklim krizi de, cinsiyet eşitsizliği de ya tamamen ya dolaylı olarak bununla ilgili. El atsak çözülebilir. Yine de çözülmüyor. Demek ki seninle de bitmeyecek.
Ve işin fenası geliri ne kadar artsa da zenginlerin olduğu bir ortamda bir şey çalındığında ilk yoksulun çantasına bakılacak. Gözünden, giydiklerinden, tabaklarından, teninin edinilmiş karasından, kurduğun “cahil” cümlelerden, misafir odasında duran o iğreti biblodan, oturup kalkmandan, ağzını şapırdatmandan tanıyacaklar seni. Kapatman gereken o kadar açık var ki. Bırak gayreti demek isterdim sana, umutsuzluk olarak algılanmasa. “Gerçek” çoktan müebbet hapis yememiş olsa.
Tohumu için topladığım karamukların eşlik ettiği hikaye budur. Sonbaharın ilk yemişleri ağzımda, nihayet geceleri serinlemeye razı olan iklimin kıyısındayım. Hışt karamuk, kimse ehlileştirmesin seni.