Kocakarı soğuklarına doğru yürümüşüz bilmeden. Işığın sekmesine doğru. 1 gün; fındık çiçeklerinin, Kazdağı göknarının, karaçamın altında, karın çokluğu kadar akan derelerin üstünde 1 seneye dönüştü. Yüzünü ormana çeviren herkes tanıktır buna. Her ne ve nasıl oluyorsa fazladan yaşanır.
Dönüş yolunda güneşin sarı çiğdeme düşüşüne denk gelir miyim diye koşturdum ama nafile. İlk defa karın içinde bir çiğdem gördüm. Karın içinde sırtını dönmüş bir çiğdem daha doğrusu. Baharın sesleri duyulmaya, renkleri görülmeye başlandı; boy boy. Küçükler görünüyor şimdilik. Yere en yakın olanlar. Onlar toprağın içine çekilince büyükler gelecek, daha amansız olanlar, yer açmaya gönülsüzler.
Kazdağının zirvesi karla kaplı. Geceleri soğutuyor ama gündüzlerimize güneş vuruyor. Karı eritiyor, suyu telaşlandırıyor. Tohumları isteklendiriyor. Arpacık salebi, çiğdem, sümbülcük, maviş ot; yolumuzun çiçekleri. Meşeler daha kuru, yapraklarını dökmemiş diye kızıl. Ağaçlar tomurcukta. Likenler ve yosunlar doygun.
Hazırlıksızım ama bir poşet de iş görüyor, yürümek isteyince. Yürümekten başka bir şey kalmayana kadar.
Arada ayılara burada olduğumuzu bildirmek için bağırıyorum; uyanmışlardır. Her kafadan bir sesin çıktığı sürülere özenerek; auuuu.
İlk defa ormanda başka insanlarla birlikte yürümeyi, adımlarını birbirine uydurmayı, geride kalanı beklemeyi, meyile göre davranmayı, kafama buyruk olmamayı öğreniyorum. Yolumuz kolay olsa da uzun; üstelik 1375 metreden 350 metreye inecek ve neredeyse durmadan geri çıkacağız. Konaklama olmadan hızlıca gidip dönmemiz gerekliliği canımı sıkıyor. Nicedir gözlerime ve kalbime durmak iyi geliyor. Bir dahaki sefere çadırlarımızı almak için sözleşiyoruz. Ormana giriş yasakları başlamadan Kazdağı’nın Çırpılar girişinden Edremit’e yani denize kadar yürümeye niyet ediyoruz. Bu yürüyüşü hayal ederken aklımda Doğu Akdeniz’in kuru dereleri ve her mevsim yaşayan nehirleri vardı. Ancak içtiğim suyun peşinden gitmiş, suyun denize kavuştuğu yerleri görebilmiş ama yataklarını takip edememiştim. Mahmud Derviş’in dizeleri vardı sonra;
“Kestirme yoldan gitmek için denize,
Unutuyoruz nehrin yaşamöyküsünü”
Bir nehrin olsun yaşam öyküsünü öğrenmeliyim. Doğrusu bunun için dünyayı dolaşmak gerekir; içimizin sularından başlayarak dereler, nehirler, denizler ve okyanuslar boyunca. Ama biz dünya içindeki dünyada dolanacağız.
Seslenebileceğim, iyiliğimi gözetecek birileri varken tek başıma yürümekten tereddüt edebileceğim yerlere gitmek çocuk oyuncağı oluyor ; ormanın daha derinine, daha kuytusuna. Yükseklik korkum yüzünden ilk ziyaretimizde Valla Şelalesi’ne inememiştim. Bu defa önümü ve arkamı kollayanlar sayesinde en azından yarı yola kadar gidebildim. Bir dahaki sefere kalanı da yürümeyi hayal edebiliyorum artık.
Şelalenin çağrısı bu baş dönmesine değiyor; suyum çalkalanıyor, köpürüyor, kendinden büyük bir şeye katılmak istiyor. Vadinin tepesinden olanca hızıyla aşağıya atlayıp dağdan inen başka sulara, oradan denize, adım adım; besleyerek, önüne katarak, biçimlendirerek, aşındırarak. Hem biçim verip hem yok etmemeyi becerebiliyor su. Ne de olsa taşıdığı hayata hürmeti var.
Büyülenmekti zamanı 1 sene kılan. Her halükarda orman içinde yaşamaya devam ediyor, şefkati ve şiddetiyle ama zaten kalbine yol verenlerle birlikteysen, yaşanan; yazınca anlayacak kalp aradığından ölçüye vursan da zamansızlıktır aslında.
“Hayatımız bizimle, burada ve şimdi, öyleyse bilge kalbin
fıtratına uy, çiçek açan sade bitkilerin
arasında yayıl. Kalpte doğruluk var
matematikte değil.”
Dizeler; Mahmud Derviş’ten. “bu şiirin bitmesini istemiyorum”, Çevirmen: Mehmet Hakkı Suçin, YKY Yayınları,2016
Görseller: Çiçekten başkası Filiz’in gözünden.