“Tanışma” yazısından sonra albino bir Dildamak’la karşılaştım ilk defa. Albino bitkiler klorofil üretemediği için fotosentez yapamaz. Yani güneş ışınlarından besin üretemez. Bu da etralarındaki bitkilerin besinlerine ortak olmalarına neden olur. “Parazit bitkiler” olarak adlandırılan bitkiler üzerine neden döne döne düşünmemiz gerektiğine dair bir iz gibi görünüyor bu bana. Her şey dönüşür, kılıktan kılığa girer. Kim alıyor, kim veriyor, kim kime borçlu bilinmez bu sofrada. Bizim bitkimizin yaprakları yeşil. Bu da bir miktar da olsa klorofil üretebildiği anlamına geliyor olsa gerek. Doğa denemelerine devam ediyor. Keşke o olmaz bu olmaz demeyip onun kadar azimli bir “deneyici” olsak. Hemen yanlarında da diğer normal renkli arkadaşlarının ocağına rastladım. Nüfusları artıyor.
Kaplan otları’nın keyfi yerinde. Birbirine yaslanmış ikiliyi görünce Sabahattin Ali’nin şu dizeleri geldi dilime;
“Başını göğsüme sakla sevgilim
Güzel saçlarında dolaşsın elim
Bir gün ağlayalım, bir gün gülelim
Sevişen yaramaz çocuklar gibi”
Yörük gülünün tomurcukları daha taş gibi, Kendini salmamış bile. Bir tür Lale’nin (Fritillaria sp.) ilk yapraklarına da hemen yamacında rastladım. Görmeyi çok dileyince Ayva’yı Armut bile sanabiliyor insan. Bu defa temkinliyim, hele bir büyüsün. Ona eren yollar çiçeğe durdu ama. Yabani kereviz, Dağ sümbülleri, Ballıcalar’ın başında Karahindiba tohumları uçuşuyor. Yürüdüğün yolun ısrarlı bir müridi olursan Enik dili ve Sarımsak hardalı’yla da tanışabilirsin. Sen gidip gelirken çiçeklerini gösterip yanına çağırır her biri.
Güncelleme: Albino bitkiler konusu da parazit bitkiler konusu da derya. İkisi hakkında düştüğüm notları bir genelleme olarak kabul edin lütfen. Ayrıntıda her iki konu da dallanıp budaklanıyor. Canavar otu, Küsküt otu ve Yer narı bahsinde birazcık değinmiştim. Yanlış anlamaya mahal verebileceği konusunda Instagram’da beni uyardığı için Yelda Büyükaşık Güzel hocamıza teşekkür ediyorum. (@yeldaguzelflora) Uyarıyı merak edenler 20 Nisan 2021 tarihli gönderideki yazışmaya bakabilir.