Bu yeryüzü parçasına bir kişinin daha konuk olmasıyla niyet edilmiş ama birikmiş, el değmemiş işler sıraya dizildi, keyfimden ödün vermeden ama daha kocaman bir hevesle çalışıyorum. Ele el katılınca sanki suya bend oluşturmuş ve akmasını engelleyen birikip tortuya dönmüş bir şeyler de akıyor, açılıyor suyun yolu.
Önümde duran işlerden kaçıp kaçıp bitkilere gidiyordum. Şimdi kaçmadan gidiyorum ama artık tohumlar toprağa düştü, bitki taslakları uykuda. Bitkiler baharın rüyasını görürken ben de biraz şekerleme yapacağım. Bu arada mümkün olabilirse YazıYaban yazıları, notları derlenip, toparlanıp bir kitap olacak. Kitaba kendimce bir isim de uydurdum; “Bir Çırağın Meziyeti” .
Sonra Kültürhane’de yapacağımız bitkileri tanımak üzerine bir sunum/söyleşi için hazırlanmaya devam ediyorum. Şöyle şeyler diyeceğim bu sunumda;
“Yürüyorsunuz, mevsim bahar, nasıl deli bir uyanışla
şakıyor dünya. Rüzgarla birlikte salınan otlar, çalılar, ağaçlar,
burnunuza binbir kokuyu harman edip katıyor. Bir an için domatesi,
patlıcanı, elmayı, alıcı sofranıza getiren çiftçiler, aracılar,
kargolar, marketler zincirinin henüz kurulmadığını hem gıdanızı hem
şifanızı doğadan dermek zorunda olduğunuzu düşünün. Nereden başlardınız
işe? Belki ilk önce zehirli olanlarla olmayanları ayırtetmeniz
gerekirdi. Sonra bitkileri daha kolay tanıyabilmek ve bu bilgiyi
arkadaşlarınızla da paylaşabilmek için onları gruplamaya çalışırdınız.
Aslında başladık bile, az önce tıpkı Theophrastus gibi bitkileri üç
gruba ayırdık;
1) Otlar
2) Çalılar
3) Ağaçlar”
Arada gaipten ses veririm, duramam. Görünce, dokununca, koklayınca. Ve gaibe hükmedilmezmiş.