Kuş kirazının meyvelerini ezip güzelce yıkadım. Ne yağlı, ne acıymış tohumları! Tenim yandı. Serdim kuruması için. Bir deli çiriş türünü ayıkladım. Alüminyum tepsinin üzerinde o geometrik şekilleriyle suda yüzer gibi görünüyor tohumları. Yabani kerevizin tohumlarına yakından baktım, siz de bakın. Kirve otuna gelince sıra aklıma Geyikli Gece* düştü. Düşer tabii, her bir tohum tek tek, tek tek.
Patlangaç çalısının tohumlarını sayayım dedim. 1422 tane tohum çıktı. Neyse ki bizi vakitten kurtaran bir geyikli gecemiz var. “Keskin mavi ve hışırtılı”. Bu gecede sayılara pek yer yok. Sayılar vakitlerle ilgili çünkü. Gecenin eşiğindeyim henüz, sayıları tutmam ondandır, belki.
Derken “hoooo,” bir misafir sesi.
Sonra elinde tüfekle dama çıkan adamın vaşağı gördüğünü ama vurmaya kıyamadığını öğrendim.
– Emin misiniz, vaşak olduğundan?
– Hee kedi gibi, uzun, tüylü kulakları.
Vaşak da eklendi geceye.
Bir porsuğun da sulama suyunun biriktirildiği açık havuzlarda boğulduğunu. Açık havuzların içine atılan naylonlar ucuz malzeme, acı tuzak. Arkadaşları oradadır ve öğrenmiş olmalarını umuyorum havuza girmemeyi. Çünkü insanlar naylon sermeye devam edecek, başka çözümler vakitli ve fiyatlı. Vakitten ve fiyattan yakayı sıyırmak zor. Porsuk da var artık gecemizde.
Ayı da yakında gelirmiş, şuracıktaymış. Aç kaldıkça inermiş tepelerden. Geyikli gece bunlar olmadan geyikli gece olamaz zaten. Buralarda ayıya dair son iz, insanlar henüz göç eder, develerle kervan dizer iken, kapmış bir deveyi sırtına binmiş, bir yandan da hörgücünü yiyormuş. “O vakitler daha çocuktum,” diyor anlatan. Çocuğun gördüğüdür geyikli gece.
* “Geyikli Gece”, Turgut Uyar, Büyük Saat Toplu Şiirler, Can Yayınları, 1984