Bugün Dünya Biyoçeşitlilik Günü. Biz de bu biyo çeşitlerden biriyiz. Genelde biyoçeşitlilik kavramı dışımızdaki canlılığa dair bir farkında olma ve koruma davranışı olarak algılanıyor. Bense içimizdeki ormandan bahsetmek istiyorum. Her organizma gibi biz de temelde birbiriyle işbirliği içerisinde olan hücrelerin oluşturduğu bir topluluğuz. Topluluğumuza bakteriler, mantarlar, virüsler, protozoonlar hatta parazitler de dahil. Araştırmalar en az kendi hücrelerimizin sayısı kadar bakteriyle birlikte yaşadığımızı gösteriyor. Çocukluğumuzdan beri bokumuzdan ayıklanan parazitler ise bugün bağışıklık hastalıkları için geliştirilen bir tedavi protokolüne dahil ediliyorlar.
Biyoçeşitlilik hipotezine göre; yaşam alanlarımızdaki toplam biyoçeşitlilik ve buna bağlı olarak oluşan mikrop çeşitliliği, mikrobiyom çeşitliliğimize etki ederek sağlığımızı etkiliyor. Mikrobiyom; bağırsaklarımız başta olmak üzere bedenimizde bulunan mikroorganizma topluluğuna verilen ad. Yani biyoçeşitlilik kaybı doğrudan insan sağlığını etkileyen bir parametre.
Özellikle gelişmiş ülkelerde alerji ve enflamatuar hastalıkların artmasının sebebi biyoçeşitlilik kaybı olarak görülüyor. Bununla birlikte “Eski dostlar” hipoteziyle Graham Rook, birlikte evrimleştiğimiz mikroplara bağımlı hâle geldiğimizi öne sürüyor. Yine benzer bir araştırma ise bağırsak mikrobiyom çeşitliliğimizin bu biyoçeşitlilik kaybıyla paralel olarak azaldığını doğruluyor. Bugünse 1 milyona yakın hayvan ve bitki türü insan faaliyetleri nedeniyle yok olma tehlikesiyle yüzleşmek zorunda. Son 250 yılda ise 600’e yakın bitki türünün nesli tükendi.
Biyoçeşitlilik derken dışımızdan değil bizzat içimizden bahsetmiş oluyoruz. İnsan kapalı bir devre değil, bir ark.
Bugünü dar yayılışlı endemik Ermenek fesleğeni (Clinopodium tauricolum) ile kutlamak istiyorum. “Flora” grubundan Ömer Çeçen hocamızın verdiği bilgiye göre bu bölgeden alabildiğim kayıtla doğal yayılış alanının tahmin edilenden daha geniş olduğunu öğrenmiş olduk.