Dışarıda hareket eden tek şey, kuşlar ve ağaçlar. İkisini de rüzgar önüne katıyor ama ikisi de sürüklenmiyor. Birinin kanatları, ötekinin kökleri var. Ne zaman bir filmin başını kaçırsak ve filmlerden sorumlu babama adını sorsak, “Rüzgara karşı işeyen kovboy” der, bizi güldürürdü. Manzarayı gözümüzün önüne getirirdik çünkü. Tüm gösterişlerine rağmen kovboyları ciddiye almamayı bu sayede öğrendim. Kuşlar da ağaçlar da kesinlikle kovboylardan daha akıllı. Rüzgara kafa tutmuyorlar.
Kar daha tam erimediği gibi Şubat’la birlikte yeni bir soğuk hava dalgasını ağırlayacakmışız. Bahçedeki kış kuşu çeşitlerini belirlemeye çalışıyorum; Kızılgerdan, Baştankara, İspinoz, İncir kuşu, Karatavuk, Arap bülbülü, Alakarga, Ardıç kuşu. Acaba yoklama tamam mı? Daha defteri kapatmadık, sürprizlere yer ayırıyoruz.
Bu kuş grubu birlikte dolaşmaktan mesut mu? Birbirlerini mi kolluyorlar? Yoksa mecburi kış dayanışması mı? Alakarga ve Ardıç kuşu pek aralarında yok gerçi. Onlar yalnız gezmeyi seviyor. Azıcık daha iri bu kuşlar, efelenmeye müsait bir büyüklükleri var. Cevizin dallarına tüneyenlerin yakından bakınca bu topluluğun üyesi oldukları anlaşılabilir. Küçük kuşlar dayanışması. Tam olarak Ceviz’in orada olma sebebi bu dayanışmaya sandalyelik etmek gibi görünüyor.
Birbirine benzemez birden çok türü birlikte gördü mü seviniyorum. Bir kareye Arap bülbülü, Kızıl gerdan, İspinoz girmiş, diğerine Karatavuk ve Arap bülbülleri. Doğanın şiddeti de kabulüm fakat dostluğunda gözümü alamadığım bir şey var. Gördüğümde birlikteliği, dayanışmayı, dostluğu aranıyorum ve buluyorum da. Gerçeğimiz rekabet, yok etme, düşmanlık, çıkar olabiliyor da tam tersi veya yeri geldiğinde dostluk, dayanışma neden olmasın? Gerçek denilen şey insanın hangi hikayeleri pohpohladığıyla ilgili değil mi? Çıplak gerçek tam bir yutturmaca.
Baştankara ne taşıyor biliyor musunuz? Su kabağı tohumu. Tek lokmada yutamayacağı kadar büyük, burada mideye indirmekten tırsıyor, alıp pıııır güvenilir bir yere taşıyor tohumları. Yağlı tohumdur su kabağı tohumları. Bir kış, kuruttuğum su kabaklarının tüm tohumlarının tarla fareleri tarafından yendiğini biliyorum. Her bir kabağı özenle açmış, içine girip bütün tohumları yemiş ve geldikleri gibi gitmişlerdi. Bunu yaparken etrafta kedilerin cirit atıyor olması da cabası. Farelerin cüretkarlığının Toxoplasma gondii parazitiyle ilgili olabileceğini düşünmüştük. İnsana da taşınabilen bu veya benzeri parazitlerin yaşamına ya çok sansasyonel yorumlar getirilmiş, ya fark ettiğiniz anda yok edin algısı yaratılmış olsa da şu beden hanında konaklayanların haddi hesabı yok. Öyle ki parazitlerin yokluğu ekosistemin bozulmasının bir işareti olarak değerlendiriliyor bugün.
Deneyimime güvenerek sonbahar boyunca işlediğim kabakların tohumlarını bahçeye saçmıştım. Belki kuş, belki fare, belki tilki yer diyerek. İşte belkinin meyvesi.