Off diş ağrısı çekilecek şey değil, karanfil olmasa. Yemeklere, tatlılara, turşulara çeşni olarak katılan karanfil baharatının tanıdığımız karanfille ilgisi olmadığını biliyorsunuz değil mi? Arapça ve Farsça ḳaranful, eski Yunanca da karyófyllon. Bizim karanfilimizin kokusu ve dişil organı anavatanı Endonezya olan Syzygium aromaticum’a benzetildiği için aynı isimle anılmış.
Ne yediğimizin, içtiğimizin, ağzımızda çiğnediğimizin hikayesini bir bilsek, bir anlasak, bir değer versek ne düğümler çözülür, hey. Nedir karanfil? Tarçın nedir? Kahve? Kaç kilometre yapar bu bardağa girmeden, adaletli midir yolculuğu? Kim yetiştirir? Tohumdan mı eker? Yabani midir yoksa? İnsandan uzak bir dağ tepesi bulmuştur da çalımından yanına mı varılmaz? Kaç yılda büyür de ağaç olur, çalı mı, ot mu? Nerede yaşar? Kim yer onu insandan başka? Ve kim keşke yemez olaydım der? Mesela misk kedisi? Baharatlara ulaşacağım diye hangi kral ülke işgal eder? Fermanına göre yetkisiz karanfil yetiştirmek ölümcül bir suçtur ve kraldan karanfili çalmak gerekmiştir. Artık ulaşılabilir olduğunda ise çoğu kişiye görünmez olur. Sırf karşı kıyıda değil el altında olduğun için gözden düşmenin acılığını hangi karanfil kaldırabilir?
Ne zamandır lokantalarda insanlara sunulur, ağzımız kokmasın diye? Aşık kürtlerin karanfil bezeli elmaları, bizatihi aşk değil midir? “Mesela şöyle bir söz vardır: Birakam wa nabe, sêw bê mêxek nabe (Karanfilsiz elmanın hediyesi olmaz kardeşim).”*
Böyle böyle geçecek ağrı, karanfil üzerine düştükçe. Azıcık sabret.
*İranlı Kürt sanatçı Seywan Saeedian’dan bir alıntı. Kaynak; BBC Türkçe