O mu bu mu derken Yörük gülü yüzünü gösterdi. Daha doğrusu çoktan göstermiş, hatta çiçeğe durmuş da, ben kaçırmışım. Yörük gülü zannederek paylaştığım yapraklarsa büyük ihtimalle bir Kaplan otu türü (Doronicum sp.) olmalı. Kalbim ağzımda hem Yörük Gülü’nü hem Kaplan Otu’nu bekliyorum artık. Yerlerini karıştırmam bundan böyle. Her kuytuya girip çıkıp buldum, bir meşeyi kılavuz belleyip işaretledim haritamda. Gönül koyduğum yerleri gösterir bir harita bu, uydudan görünmüyor.
Araya bir ihtimal daha girmişti. O da Ağca otu çıktı. Bitkiyi çiçek açınca tanımak faslını çok seviyorum. Tekrar edip duruyorum içimden; “çiçek açınca tanımak, çiçeğinden tanımak”. Ne çok şaşırmışım. Daha doğrusu bir beklentiyle bakınca her ot bir başkasına dönüşebilir. Çiçek beklentinin yerine gerçeği koyuyor. İnsanı da çiçek açınca tanımak daha kolay.
İlk 23 Ağustos’ta savrulmuştum Dağ Laleleri’nin ülkesine. Şu yola dalmasam kaçıracaklarımın haddi yokmuş. Gösterebildiklerim ne ki. Sümbüller, Ballıcalar, Baltutanlar, Hıdrellez otları, Obrizyalar. Baharın tüm erkencileri palamarını salmış, süslüyordu yeryüzünü.
Fotoğraflar sırasıyla; Yörük gülü, Kaplan otu, Ağca otu, Akyıldız, Dağ Lalesi ve Ağca otu birlikteliği bir de yol. Yol değil, yol anası.