Geçen seneye kadar pencerelerimiz naylondu. Hayal perdesiydi. İçeriden dışarısı görünmüyordu ama akşam dışarıdan içeriye baktığında pencereye oturmuş bir kedi seni alıp başka bir diyara götürebiliyordu. Sırf bu diyarda biraz daha kalayım diye soğuktan donduğum bakidir. Sonra dışarısı daha fazla giriyordu içeriye. Naylon mu takar Silifke’nin rüzgârı. Saatte 60km diyorum, hooop…Patlatır naylonu ve bir bakmışsın başının üzerinde dolanıyor rüzgâr. Ve sesler de giriyordu gecenin sessizliğini fırsat bilip; tilki ulumaları ve domuz homurtuları kılığında. Öyle ki yaz gelsin de omuzumda ishak kuşu ötsün diyordum.
Bir naylon pencere mecburiyeti gösterebilir ama aynı anda olurun yolunu da açabilir. Benim olmadan olmaz, araba olmadan olmaz, kapı olmadan olmaz, mutfak olmadan olmaz, şık değilse olmaz, dört başı mamur değilse olmaz, o, bu, şu olmadan olmazla yarışabilecek kadar güçlü bir “olurun”. Tastan su içilebilir, bisikletten çamaşır makinası yapılabilir, kavanozdan vazo olur, brandadan ev kurulur, bir kütükten oturak. Bu “yapınca oluyor” duygusuyla girişmiştik evimizi inşa etmeye. Her şeyi yapacaktık. Duvardan, sıvaya, masadan, koltuğa, pencereye kadar. Hâlbuki en son endüstrileşme öncesi yapmış olmalıydık her şeyimizi. Her şeyimizi demeyelim de birçok şeyimizi. Geriye kalan için de dayanışma vardı. Eğer bir efendi değilsek. Ve her şeyini yapan sana, birileri gelip tiksintiyle bakmış olmalı ki, yapabilme kudretini alıp yerine satın alabilme gücünü koydu.
Öğreniliyor, kudret var ediliyor yeniden, izleri takip ederek. Ancak bir baktık eşyadan başka bir şeye hayat kalmıyor. Bitkiler bekleşiyor karşı kıyıda. Bir gün toprak hizasındaki pencerenin önünde yemek yaparken gün ışığının cilvesiyle bitki gölgeleri naylona vurdu. En gerekli olanın ruhu* vurdu. Naylon pencerem bir güzellemeyi hakketti böylece, olur da durdum.
Buradan bakınca çok gereksiz görünen yapma telaşesinden sonra bir mola ne iyi geldi. Böylece bitkilerin derdine düşebildim. Şimdi cam pencerelerimiz var. Kuş biraz da bu yüzden görünüyor. Daha az ses, daha az rüzgâr içeride ama kuşları ürkütmeden dikizleyebiliyorum. Onlar da beni görüyor. Cam, tehlikeyi savuşturan bir paravan gibi. Gözümün önünden perde kalktı lakin bütün perdeler kötü değildir.
Ve hatmiye inanıyorum. Kalıntılarımız üzerinde dans edecek tüm hatmilere.
*Robert Musil’in Niteliksiz Adam’ından ödünç aldığım bir tanım.