En solda bol yapraklı görünen. Badem. Hep kurtlu. Çağlasını yiyince bal. Burada bitenlerden. İlk sene ortalıkta yoktu. Keçiler yiyormuş meğerse. Köklerini taşa gömmüş sırasını bekliyormuş.
Sonra Roka geliyor. İlk sene ektiklerimden. Şimdi beşinci yıldayız. Artık roka ekmiyorum. Tohumlarını saçıp kendiliğinden büyüyorlar.
Sonra yine badem. O da yaşıyor.
Sonra Rezene. Burhaniye’den Ezine’ye doğru çıkılmış bir yolculukta bir mola yerinde karşılaştığım Rezene’nin torunları.
Sonra Mercanköşk geliyor. Burhaniye’nin Tayeli köyünde yaşayan bir Mercanköşk’ten alınan 2 kök önce Burhaniye’deki bahçeye, sonra Tarsus’taki bahçeye, sonra Gavur Hayatı’ndaki bahçeye taşındı. Arkasında kendinden parçalar bırakarak.
Hemen yanlarında nane var. Fas nanesiymiş. Bahçe nanesi kadar sevmedim onu. Ondandır ilgilenmiyorum. Ama benim ilgime muhtaç olan kim? Peh!
Sonra Adaçayı. Bir bahçeden aşırılmış. Ballıbabagiller’in ilk farkına varışım. Önceden de karşılaşmışımdır mutlaka ama izi yok. Karşılaşmalar yolu değiştiriyor. Gerçekten karşılaşılmışsa.
Hemen yanında Japon Eriği var. Arkadaşların hediyesi. Ama pek nazlı. Bu toprak güçlü ağaçlar istiyor. Çünkü yoksul. İliği sömürülmüş bir zaman. Bağrında büyüttüğü ormanından edilmiş. Ve ben o yokluğa kurulmuş bir evde yaşıyorum. Orman gitmeseydi, burada yaşayamazdım belki. Ama gitmeseydi burada olur muydum ki? Her yer orman olurdu.
Arkadaki dev anası, Kızılçam. En az 80 yaşındaymış. Bu kış yıldırım çizdi façasını. Sağlam ve keyfi yerinde neyse ki. Bu fotoğrafta haşmetinden yeller esiyor. Arkasından batan güneş bedenini ipe çevirmiş.
Sonra yine badem. O da yaşıyor.