Buraya neden “Sandallı Tepe” demişler? Çünkü sandalı çok. Saymakla bitmez. Olmuş ve hâlâ olan bir şey sandalın çok olması hali. Gerçek bir mevki adı. Geçmişine gönderme değil, misalen değil. Sandallı Tepe. Çünkü sandalı çok.
Sandalın çokluğu hiç görülmemiş bir şey mi? Buncası değil. Sandal bu tepeyi örmüş de bırakmış; iki düz bir ters.
Duydum ki keçiler kavlayan kırmızı kabuklarını da yiyormuş. Kışın tütsüsünü Sandallı Tepe’den çıkaramayacağız. Yine de buğulu kırmızılarına bakarak buhurlanıyorum.
Sandal ağacıyla o kadar iç içeyim ki hepimizin tanıdığı, her gün gördüğü bir ağaçmış gibi geliyor artık. Bizim sandal işte, bilmeyen var mı?
Daha 7 sene öncesine kadar ben de bilmiyordum oysa. Kocayemişin bir kardeşi olduğunu, sandalın adını duyardım da ne görmüşlüğüm, ne çiçeklerini koklamışlığım, ne meyvesinin tadına bakmışlığım vardı. Şimdi de bilmiyorum ya gün be gün onunla yaşayanlarla, onunla yaşlananlarla bir oldukça, tohumunu alıp ektikçe, ektiklerim bahçede büyümeye başladıkça, hallerini aklıma yazdıkça huyunu, suyunu öğreniyorum. Örneğin sandalın ardıç gibi, kızılçam gibi taşları kucakladığını.
Sandaldan kaşık yapma sevdasına tutulup bir ustanın peşine de takıldım. Çünkü sandal odunu kaşık ustalarının da çoktan gözüne girmiştir. Köyde benden başka yazılan olmadığı için ustanın vereceği kaşık kursu açılmayınca içimde bir kaşıklık boşlukla kalakalsam da.
Sandallı Tepe’de defnenin yağını çıkarmakla uğraşıyoruz. Defne meyveleri fokur fokur kaynarken sabunu nasıl yapacağımızdan, kokuyu alan keçilerin posayı yemek için bekleşmesinden, buna rağmen yağını tadacak olsalar öleyazdıklarından, olgunlaşmaya yüz tutmuş sandal meyvelerini kuşların da keçilerin de ne çok sevdiğinden konuşuyoruz. Gündelik işler sonbahar meyvelerinin halesi, sözü, özüyle çevreleniyor.
Biz bunları konuşa duralım çoban keçilerini sürüyor dağa. Zamansız doğan iki yavru sürüye katılamıyor. Böyle keçiler için “ünelmez” deniyor, “Ne yaparsan yap, ıhh, büyümez, olmaz yani”. Onlara akçakesme dalı kırıyoruz. Önce meyvelerini sonra yapraklarını yiyorlar. Sürünün iştahından kurtulup sandalların tepesinde kalmış bir kaç sandal sömeğini koparıp olgunlarını ağzımıza atıyor geri kalanı yavrulara veriyoruz. Yediğimiz narların kabuklarını öyle. Belki bu defa şansları yaver gider de ünelirler.
Sandalı keçi mi sever kuş mu diye konuşurken buradaki mevki adlarından biri olan Cingeyli’nin anlamı da pat diye düşüveriyor kucağıma. Cingey serçe demekmiş. Hatta çocuklara tembih edilirmiş; “ekinin başında bekleyin, cingey konmasun” deyü. Sandal gibi türlü çeşit yemişi olan bir ormanın kuşu eksik olur mu? Olur mu, olmaz mı? Sonbahar sadece yemişli değil aynı zamanda sorulu bir mevsim.
Şimdi meyvesinin tam zamanı. Koyu kırmızı yumuşayan meyveler olgunlaşmış demektir. Lakin çok yemeyin alacası tutuyor.
* Alacası tutmak: Yerel dilde bir tür sarhoşluk halini anlatmak için kullanılıyor.