Ev temizliği günü. Ama aynı zamanda flora ve fauna dersi. Süpürgenin tozunu silkelerken birden masanın ayağında bitmiş bir çiçek dikkatimi çekiyor. Oraya oturup kalkmış, sandalye çekip itmişiz ama ona bir şey olmamış. Oturacağımız alanda ot temizliği yapmışım yine bir şey olmamış. Her nasılsa aradan sıyrılmayı ve çiçek açmayı becermiş.
Üstelik bu bahçeden değil. Nereden geldi nasıl oldu derken, sevgili Rukiye’yle masanın üzerinde tohum paylaşımı yaptığımızı hatırlıyorum. Topladığı tohumlardan azar azar bırakmıştı avucuma. Kimini tanıyor kimini tanımıyorduk. Yabanın tohumlarıydı hemen hepsi. Ve esneyip genişleyen bahçede onlara da yer vardı nasılsa. Ben de ufak kağıtlara sarıp tohum keseme koydum. Geç kaldım bu sene diyerek hiçbirini ekmeye yeltenmeden.
Mevsimi koklamayı şüphesiz benden daha iyi bilen, geç gelen yağmurları fırsat bilip tülü maviler açan bir kaçak yeşermiş işte. Tam da yine Rukiye’nin verdiği lale tohumlarına dalmıştım bugün.
Hemen masayı çekip çevresini taşlarla çeviriyorum. Dikkat burada keten, muhtemelen deli keten var (Linum bienne). Henüz ketenlere nasıl bakmam gerektiğini bilmiyorum, deli keten öğretecek bana.
İçimde kaçak bir sevinç süpürme işine dönüyorum. Karanlıklarda saklanan bir akrep erken uyandırılmanın kızgınlığıyla kıskaçlarını açarak efeleniyor bana. Bir kağıt yardımıyla onu plastik kavanoza alıp bahçeye bırakıyorum. Sanki güneş kıskaçlarını yakıyormuş gibi çam iğnelerine tutuna tutuna koşuyor. Bir taşın altında kavuşuyor karanlığına.