Buraya yerleştiğimizde sabahın ilk saatlerinde onunla açmıştım gözümü. Eşek bağlasan durmaz dedikleri yerde kireçli toprağın yüzünü mora ve maviye boyamıştı. İnsanlar nasıl ediyor da bu canlılığı görmüyor anlamamıştım. Bütün bu laflara kulak tıkamamı, yaşadığım toprağa bağlanmamı, bak nasıl da moru öğütlemişti bana.
Bak nasıl da mor, kıracın su değirmeni, hayat muştulayanı. “Hiç dert etme” dedi, “oooo benim gibi bu toprağın seveni ne çok, kıracın ormanı nasıl olur görmek istemez misin?” Biz göremiyoruz çoğu kez, bir yerin nasıl yavaş yavaş hayata dönebileceğini. İşe yararlarımız, yaramazlarımız, olurlarımız, olmazlarımız var. Zamanımız bankalarda ipotekli. Onlarsa hem görüyor, hem gösteriyor. Sonra inciri, hünnabı, cevizi, patlangaç çalısını, dağ çaylarını, lavantayı, kekikleri, rezeneyi, balık ağzını, kıskıları, fiğleri, mürdümükleri, bademi, adaçaylarını, katran ardıcını, alıcı, keçiboğanı, tespih çalısını, geyik elmasını, domuz eriğini, buhurumeryemi, orman sümbüllerini, asmayı, defneyi, gelincikleri, çömlek çatlatanları çağırdı, gel diyeceği o kadar çokmuş ki. “Tamam hepsini saymayalım” dedim de öyle sustu.
Pıtpıt otu (Roemeria hybrida subsp. hybrida) tıpkı çömlekçatlatan gibi büyütüyor tohum keselerini. O da Haşhaşgiller’den.Tek yıllık çiçekler sabahın ilk ışıklarıyla açılıp öğleye doğru kapanıyor. Türkiye’nin hemen her yerinde yetişiyor.