Evin önündeki bahçeden yan bahçeye bir geçit açmaya karar verdim. Bir zamanlar keçi ağılı olarak kullanılan taş duvarlar yol vermiyor. 1 metre enindeki taş duvarı yıkıp yeniden yapmam gerekti. Sol duvar bitti, sağ duvarı örüyorum. Toprağın çok eskiden doğurduğu taşlar gri, altından taze çıkanlar beyaz oluyor. Kireç taşının bir özelliği; güneş gördükçe sertleşip sağlamlaşırken renk değiştirmesi. Aradan çıkan taşlar da yapmaya niyetlendiğimiz tavuk evine malzeme oluyor.
Ovada böyle miydi, şifa niyetine bir taş bulamazdın. Öyle ektiğimi taşla çevireceğim falan ham hayaldi. Dağlara çıkınca ağzım sulanarak bakardım taşlara. “Çok mu açsın taşa, al da sevin” mi dedi birileri acaba? İşin aslı, kimsenin bir laf ettiği yok, taşlara bağlandım. Bu bölgede yoksulların mezarı da taşa oyuluyor. Zengin olan toprağa, yoksul olan taşa katılıyor.
Taş örmeyi burada öğrendim, henüz yeni yetme bir çırağım. İlk ördüğüm duvar adayları yıkılırken git gide ayakta durmayı beceren duvarlar örmeye başladım. İşin püf noktası taşların uzun tarafının içe bakması ve sezilir sezilmez bir eğimle giderek içeriye kaydırılması. Ara boşluklara mümkünse dengeyi kuran küçük taşlardan konuluyor, taş arkaları ise yine küçük taşlarla dolduruluyor. Tüm bunlar olurken hemen geçidin başında, tohumdan biten emzik otuna (Onosma frutescens) bir halel gelmesin diye parmak uçlarında çalışmam gerekti. O da yuvasını kayaya kuran bir kuş. Daha az bilinen ama sevdiğim adı ise “Sorma”. “Sorma geçidi” olacak bu geçidin adı, duvarı birlikte örmüş sayılırız.