Yollar olmasa? Birbirimize nasıl ulaşırdık? Hem insanlar hem hayvanlar için zorunlu istikamettir yol. Hepimiz birbirimizin izlerini takip ediyoruz. Yol, izdir. Sık ve karanlık bir ormanda bizden önce yaşayanların açtığı bir patika, yolumuz oluyor. Öyle ki çiğneyeni azaldığı için belli belirsiz kalmış bir patika. Ama işte orada. “Güneş ve yağmurun berrak çakıl taşları”nın üzerinde gezindiği. Aralık bulursa.
Yol nasıl başlar? Hangi yolları takip ederiz? Neden bu yolu? Sayısız yol varsa da ancak bildiğimiz yolları takip ederiz. Bildiğimizi bile bilmeden belki. Bu bilme de, adresi bilmek gibi bir şey değil. Adresini bilmesek de yol bir kere açılmışsa artık biliniyordur. Yabanılların yaptığı hafıza haritalarında olduğu gibi ortak hafızamıza kayıt düşülmüştür artık.
İlk yol var mıdır o zaman? Aynı zamanda açılan – zaman buradaki belirsizliği dışlıyor- yollar vardır bence.
Denemedir yol. Yapılabilirliğin, kat edilebilirliğin cisimleşmesidir. Cisim deyince illa fiziki bir yol mu gelmeli akla? Hayır; fikir yolları vardır, duygu yolları, imkân yolları. Yollarla doludur dünya.
Merdiven çiçeği Antep’te asfalt bir yolun kenarındaki elektrik direğinin dibinde yaşıyordu. Ben neden bu yoldayım, merdiven çiçeği niye bu yolda? Merdiven çiçeğinin hemen yanında yukarıdaki tarlaya çıkan bir yol var. Tarlada Antep karası ekiliymiş. Çok güzel bir üzümdür Antep karası. Özellikle kuru üzüm yapılır bu üzümden. Aslında adı horoz karasıdır. Antep’in herşeyin kurutulabildiği havasında , üzümün kurusu “Antep Karası” diye tescillenmiştir. Bunların hep upuzun bir hikayesi var, değil mi? Antep’in, asfaltın, üzümün, tescilin, elektrik direklerinin… Hikâye de yolları takip eder.