Bahçenin 15. endemik bitkisine merhaba dedim. Çiçeğini bekliyordum emin olmak için. Uğraştım, didindim, nohut oda bakla sofa yerler hazırladım ona, bitmedi de, saçtığım tohumlardan biri yüzünü gösterdi; Arı otu (Nepeta caesarea). Neyse ki bir asmanın dibine düşmüş, azıcık sulanıyor. Görebilmemi de buna borçlu olmalıyım, susuz olanlar hayata küstü çünkü. Belki de tüm tohumlar patlayacakken sustular.
7 tane genç ve yağmursuzluk yüzünden büyüme geriliği gösteren Vişne ağacı yine de bahçenin tüm misafirlerini doyuruyor. Kuşlar bir Dut kadar başına üşüşmüyor, dalları henüz diri değil. Salkım sögüt gibi ince dallarını toprağa doğru salmış. Yine de birçoğunun yarısı yenmiş. 4 ağacın meyvesini kuşlara bırakarak geri kalanı Cimem‘e serdim. (Cimem: Buğday saplarıyla örülen bir tür tepsi) Kuruların en güzeli benim için Vişne kurusu. Çok geç tanıştım şimdi müptelasıyım.
Tohum toplama işi bütün yaz sürecek. Bu vesileyle Kazdağı için yaptığımız mini kampanyayı unutmadığımı sonbaharda hem kabakların hem tohumların hazır olacağını söylemiş olayım. Yanıbaşımda hangi zamanda hangi bitkinin tohumunu toplayacağıma dair bir liste duruyor . Benim de yapılacaklar listem bu işte. Topladığımın üstünü çiziyorum. Bugün Şalba’daydı sıra (Salvia tomentosa) Toplarken bir böcek renkleriyle gözümü aldı ama ölmüştü; çiçek yengeç örümceklerinin işidir.
Hayatımda ilk kez kanlı canlı kelebek kozası görüyorum. Kırlangıç Kuyruk Kelebeği. Yeri de saçtığım tohumlardan biten bir Erik ağacı’nda, iki dikenin arası. Diken deyip duruyordum, işte hikmeti. Bu sene ilk kez çiçeğe durmuştu ağaç. Çiçeğe kesmişti demek daha doğru olur ama karayel aldı götürdü olancasını, ikisini beni sevindirmek için bıraktı. Onlarda durur mu meyveye döndüler. Kozadan kelebeğe, çiçekten meyveye dönüyor dünya.