Hayat o kadar yavaş akmalı ki asfalt yolu kullanarak karşıya geçen iki bok böceği görülebilmeli. Gerçi bu kadar yavaş olabilsek asfalt yola da ihtiyacımız olmazdı değil mi? Bok böceği, eskinin kutsalı. Henüz boklarla, böcekler ve tanrılar arasında bu kadar mesafe yokken, hepsi aynı sofranın etrafında oturabiliyorken, Mısır’ın Khepri’si imiş. Bok böceğinin gübreyi itmesiyle, Tanrı Ra’nın güneşi yükseltmesi eşdeğer görülüp, bir böcek tanrı olarak görülmüş Mısır’da. Tanrı Ra + Bok böceği = Khepri.
İkisinin yaptığı şey de aynı, yaşamın yenilenmesi. Her sabah güneşin doğmasıyla başlayan, batmasıyla biten, hayatın bir nehir gibi çağlamasına sebep olan biricik döngü. Bok böceği hem güneşe benzeyen boktan topunu itmesiyle hem de çürüyen, ayrışan, bozuşan ne varsa dönüştürmesiyle bir “yaratıcı” olarak görülmeyi hakketmiyor mu? Öte yandan kayasını sırtında taşıyan Sisifos hikâyesini de çağırıyor. Her gün ama her gün o bok yuvarlanacak, o kaya taşınacak. Ama dikkat en az iki böcek taşıyor boku, Sisifos’un kahramanvari uğraşından farklı olarak birlikte göğüslenen bir iş bu. Hayat bu mudur, diye isyan edecek olursan; budur der Khepri; “hadi gel yeniden bokumuzu yuvarlayalım, güneşin altında.”
Neyse ki kar eridi ve neyse ki don olmadı. Bir günde yazdan kışa geçmenin tortusu üzerimde, kirpiklerime tekrar güneş vurmasını bekliyorum.