Nesibe Teyze’nin sarımsakları ekmesine yardım etmenin hediyesi benim için bir hazine oldu. Önce “sarı kabak” ister misin? deyip, sonra sütle yemeğini yaptıklarını anlatınca Silifke’nin sütlü kabağına başka bir isim vermişlerdir diye düşündüm ama öyle değilmiş. Bu başka bir kabak çeşidi. F1 tohumların boy boy reklamlarını göremediğimiz, küçük tarım alanlarına sahip, sırtını dağa yaslamış yüksek köylerde hâlâ yerel tohumlar bulunabiliyor.
Süt veya yoğurtla yemeği yapılan, Doğu Akdenizli üç kabak çeşidi biliyorum artık. Antakya’nın beyaz kabağı, Silifke’nin sütlü kabağı ve Çömelek’in sarı kabağı. Yok olmamış da yaşamayı becerebilmişse yerel bir sebzeyle tanışmak bir kültürle, tarihle, hikâyeyle tanışmak demek, adıyla başlayan. Sarı kabak bana Sarı kız’ı* çağrıştırdı örneğin. Cemil Kavukçu’nun Sarı kız öyküsünün de bunda payı var. Hiç uzak sayılmazlar. Sarı kabak Sarı kız’ın bokunda büyümüyor muydu?
Sarı kabağın hikâyesi gözünü açtığı dağda başlıyor, dereden içtiği suya, büyüdüğü toprağa, toprağa atılan gübreye, hayvanı besleyen ota, sütünü alan insana, insanın kurduğu tezgâha uğruyor. Tezgâh hem mutfak tezgâhı hem düzenin hile hurdası. Öyleyse sarı kabak uuuuupuzuuuuuun bir hikâyedir.
* Bir Cemil Kavukçu öyküsü. Sarı kız yıllardır beslenen, sahiplerinin ilişki kurduğu bir süt ineğidir. Çıkışsızlıktan eti için satılmak zorunda kalınır.