Birkaç gündür insan otlarıyla çevriliydim. Tıbbi ve ıtri olanlarından. Şifaları saymakla bitmez. Zihni açar, kalbe kuvvet verir, bağışıklık sistemini güçlendirir, ömrü uzatır. Hele içlerinde bir tanesi vardı ki, büyük bir dağın adını almış ama kendisi ufacık. Şimdi tepe, büyüyüp dağ olacak. Karşıma geçip içimin en derinine, sis çökmüş bir dağ sırası gibi bakıyordu, gülümseyerek. Sen de gül, der gibisine. Bak işte buradayız, işte bu bakışma da hayat, başka da birşey yok, der gibisine.
İnsan otları üzerine düşündüm bolca. Kimi böyle sanki kökleriyle toprağa bağlı değilmiş gibi yaşıyor ya. Bir ot bile insana göre daha bağımsız topraktan. En azından tohum evresinde. Bazısının tohumu yıllarca kalabiliyor toprağa değmeden bir kabın içinde. Biz ise bu kadarcık olsun uzaklaşamayız topraktan.
Bostan, bize henüz meyvelerini sunmaya başladı. 1,2 kabak ve kıtte (Acur), 5-10 domates, 3-5 biber. O ufacık tefecik dağ adayı, kapıyor kıtteyi, kaşınan dişlerine sürte sürte ısırıyor, ağzından çıkarıp ısırdığına bakıyor, sağa sola çeviriyor, yeniden atıyor ağzına, iştahla. Bir hediye aldığının, kendisini bir ninni gibi çevreleyip saran, sarmalayan dünyanın farkında.
Onun için bu tel hezaren (Delphinium peregrinum)