Yaşadığı şehirdeki denizi bile bir iki kez görebilmiş birine dünya evindir onu koru demek çok da anlamlı değil, her ne kadar olacakların faturasını ilk sırtlanacaklardan biri olsa da. Ama dünyanın evi olduğunu deneyimleyenler var, iklim için adalet çağrısı onlara yapılıyor daha çok. Belki de çağrının en kırılgan yeri de burası, dünyanın evi olduğunu kestiremeyen için açıklamalar zaten önemli değildir, yapılacak daha önemli işler vardır, hayatta kalmak gibi. Dünyanın evi olduğunu deneyimleyebilense her şeyi rasyonalize edebiliyor. Emekli olunca dünya için iyi bir şey yapmak isteyen insanların çalışanı, yöneticisi olduğu şirketler oyuyor dünyayı.
Şöyle diyor Greta; “Hatırlıyorum, ben daha küçük yaştayken öğretmenlerimiz bize okyanuslardaki plastiklere, açlıktan ölmek üzere olan kutup ayılarına ve bunlara benzer şeylere dair filmler gösterirdi. Ben bütün o filmlerde ağla ağla bir hâl olurdum. Sınıf arkadaşlarım da o filmleri seyrettiklerinde kaygılanırlardı ama film bitince hemen başka şeylere dalarlardı. Bense bunu yapamazdım. O görüntüler aklımdan hiç çıkmazdı.” Rasyonalize etme yeteneğinin eksik olması Greta’nın Asberger sendromlu olmasına bağlanıyor. Hâlbuki ben böyle çocuklar gördüm. Eğitilmeden önce tanık oldukları acımasızlıklara son vermek için koşmaya, yürümeye, bağırmaya niyetli çocuklar. Ve yeterince eğitilememiş büyükler de. “Gerçekler böyle” düsturunun teskin edemediği ruhlar var. “Gerçekler böyle”deki “gerçek” benim gerçeğim değil, bir şirketler ittifakının gerçeği o, kimi cüzdanlarda oturuyor.
Bugünse iklim grevi başladı, 27 Eylül’e kadar sürecek. Gölgesinde oturduğumuz bir ağaca omuz vermek, dünya için bir saygı duruşu hiç fena olmaz. Az buz değil, en rütbelimiz o. Bir çiçek gibi birleşebilir, bir diken gibi batabiliriz.
Ama hangi diken? Çoban çökerten, deve dikeni, öz dikeni, sultan dikeni, köy göçüren, göz dikeni? Örneğin çoban çökerten tohumunu dikenle zırhlamıştır, sultan dikeni çiçeğini, hurma köklerini. Bu oluşumlar kimi zaman otçullara karşı direnç geliştirmek için kimi zaman da güneşlenme süresini azaltabilmek için gövde, yaprak ve köklerin diken diye adlandırdığımız yapılara evrilmesiyle oluşur. “Susuzluk kaktüsü dikenle kaplar” diyordu Metin Altıok.* Bir insanın bürünebileceği hâli de tarif eder dikenler. Dikenli olabilir, dikenlerimizi çıkarabiliriz, kendimizi, sevdiklerimizi korumak için. Bu dikenler bir bitkiyi/insanı ulaşılmaz kılmaz ama gelen dikenin farkındadır, bitki gelenin farkındadır. Azdır çünkü taliplisi, dokunanı pek olmaz. Diken kelebeği ise, kanatlarını yırtmak pahasına eşek dikenine bırakır yumurtalarını. Dikene sığınır, dikenden medet umar. Bu hâliyle dünya içinde bir dünyadır, dikenli bitkiler.
Dikenlerden bir diken seçtim kendime; çoban çökerten (Tribulus terrestris). Görünüşü yumuşak, hatta denilebilir ki görünmeyişi. O kadar ki göz seviyesinin altında, yerle beraber. Hem insanlar hem hayvanlar için hem de. Göz seviyesinin altında, üstünde bitmek de bitkilerin otçullardan korunabilmek için seçtikleri yollardan biri. “Bitki direnci” deniyor buna. Bununla da yetinmeyip bir de tohumlarının her yönüne ikişer diken koymuş. Dikenli bir varoluş güzel de daha güzeli tohumunu dikenli yapmak belki. Ve bir iz gibi onu saçmak ardına. Var mı yok mu belli değil derken o tohum keseleri batsın yeter ki, içine göçürüyor insanı acıdan. Bu batma işi bir kere olsun kâfi, artık biliyorsunuz ki bahçede çoban çökerten var.
* “Aşk da çevreye uyar”, Metin Altıok, Kendinin Avcısı, Türkiye Yazıları Yayınları, 1979
* https://www.webmd.com/vitamins/ai/ingredientmono-39/tribulus