Eskiden, diyelim ki bundan 47 sene önce birçok çobanın ve keçinin yaşadığı bir dağda, obanın suyu, çoğu Roma döneminden kalma sarnıçlardan çekilirken bu sarnıçlara pek fazla keçi de düşermiş. “Keçi suya bakınca kendi yüzünü görür hee, eyer başını içmek için, o vakit başı ağır gelir, düşer kuyuya” diye anlatıyor Nigar Abla.
Keçileri kurtarabilmek için çocukları sarkıtırlarmış kuyuya. İpin ucunda bir çocuk, keçiyi yakalamaya uğraşır, ön ayaklarının arkasından diğer ipi gövdesine bağlar, beklermiş sırasını kuyudan çıkmak için.
Nigar Abla da kuyulara sarkıtılan çocuklardan biriymiş. “Ürüyamda çok gördüm kuyuda sallandığımı” diyor.
Önce çırpınan keçi yukarıya çekilirmiş, sonra da çocuk. Kuyular derin değilmiş ama geniş ve karanlıkmış, içine inmeye başlayınca insanın gözüne ilkin kimi kıvrılmış, kimi uzanmış, taşların serinliğinde dinlenen yılanlar çarparmış.
“İnsan korkma mı, korkar tabii, heee, kimbilir yılanlar serini sever”
Not: Bu yazı 2018 yılında Kırağı dergisi için yazılmıştır. Bloga alırken birkaç düzeltme yaptım.